kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 19 Kasım 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÜLKÜ TAMER

Savaş kameraman yüzünden ertelenmişti

Artık savaşlar, çatışmalar bile sadece ekranlarda değil, "anında cebinizde" ...
Yine de bu konuda ilk Irak savaşı hala önderliğini koruyor. Televizyonlar savaşı neredeyse baştan sona "canlı" yayımlamıştı.
Ama CNN'in patronu Ted Turner, bir gece komutan "Çöl Ayısı" na gidip de, "Saldırıyı yarın sabaha erteler miydiniz? Kameramanlarım hazır değil. Üstelik karanlıkta istediğimiz görüntüler iyi çıkmıyor," dese ne yanıt alırdı acaba?

1914. Meksika'da devlet güçleriyle Pancho Villa arasında büyük bir savaş vardı. Mutual Film Corporation, bu olanağı kaçırmak istemiyordu. Şirketin yetkilileri ABD'den Meksika'ya gittiler, Pancho Villa'yı bulup onunla bir anlaşmaya vardılar.
Anlaşmaya göre, Pancho Villa başka hiçbir şirketin film çekmesine izin vermeyecekti. Ayrıca, çarpışmaların gün ışığında, teknik ekibin uygun gördüğü zamanlarda yapılmasına da özen gösterecekti.
Sözüne sonuna kadar bağlı kaldı Pancho Villa. Hep gündüzleri çarpıştı. Günün birinde, Ojinga kentine saldıracağı zaman, kameramanın gelmediğini söylediler. Meksikalı devrimci uzun süre kameramanı bekledi. Sonunda kameraman geldi; yönetmen "Motor!" dedi, saldırı başladı.
Mutual da bu önemli çarpışmayı baştan sona filme aldı.
Bu hafta sinemadan söz açtık madem, sinemayla sürdürelim. Film adlarından söz edelim biraz...
Sinemaseverler, Emmanuelle'in ülkemizde Hisli Duygular adıyla gösterilişini unutabilirler mi? Hadi bunu eşsiz yaratıcılığıyla bizim
"film ithalatçı" mız uydurdu diyelim. Aşağıdaki örneklere, yapımcıların koydukları özgün film adlarına ne diyeceğiz?
* Sayı saymasını bilenler, On Üç Kadın ( Thirteen Women, 1932) filminde on iki kadın, Cehennemden Yedi Kadın ( Seven Women from Hell, 1961) filminde altı kadın, on üç askerin serüvenlerini anlatan SSCB yapımı On Üçler'de (1936) ise sadece on iki asker bulunduğunu fark etmişlerdi.
- Kara Kedi ( The Black Cat, 1934), tanıtma yazılarına bakılırsa, Poe'nun bir öyküsünden uyarlanmıştı. Ama konunun öyküyle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Filmin adı bütün bütüne anlamsız kaçmasın diye, bir kedi ikiüç sahnede kameranın önünden geçirilivermişti.
- Şanghay Sürgünü ( Exiled to Shanghai, 1937) filminde ise ne bir sürgün anlatılıyordu, ne de öykü Şanghay'da geçiyordu.
- Irak Maceraları ( Adventures in Iraq, 1943) Suriye'de yaşanıyordu.
- Lassie'nin Cesareti'nde ( The Courage of Lassie, 1946) Lassie yoktu. Elizabeth Taylor'ın köpeğinin adı Bill'di.
- İki Açıkgöz Katil Boris Karloff'a Karşı'da ( Abbott and Costello Meet the Killer, Boris Karloff, 1948) Boris Karloff katil değildi.
- İki Açıkgöz Mars'da ( Abbott and Costello Go to Mars, 1953) filminde kahramanlarımız Mars'a değil, Venüs'e gidiy orlardı.
- Kumarbazın Karısı ( Big Hand for a Little Lady, 1966), İngiltere'de Dodge City'de Büyük Kumar ( Big Deal at Dodge City ) adıyla gösterildi. Bu adı koyan, filmi seyretmemişti herhalde, çünkü öykü Laredo'da geçiyordu.
- Krakatoa, Cava'nın Doğusu ( Krakatoa, East of Java, 1968) adı sizi yanıltmasın. Krakatoa, Cava'nın yaklaşık 300 kilometre batısındadır.
Sinema salonları, çocukluğumda, ilkgençliğimde, Nasreddin Hoca'larla dolu olurdu. Beyazperdeye laf atılırdı boyuna. Hele taksitle satış yapan Rıdvan Umay mağazasının reklamlarında hiç şaşmazdı bu. Kamera karşısına sıralanmış mayolu on kız, parmaklarını sallayarak, "Rıdvan Umay, Rıdvan Umay, Rıdvan Umay" derlerdi. Ama onlar tam parmaklarını sallamaya başlayacakları anda, salondan biri mutlaka bağırırdı: "Sizi kim... öptü?"
Aşağıdaki gerçek olay fıkrayı aratmıyor. Haldun Taner anlatmıştı.
Sinemada bir yerli film gösteriliyor. Baş rolde dönemin ünlü jönü Muzaffer Tema . Ama filmde senkron kaymış. Biri ağzını açıp kapatıyor. Çıt yok. Ses iki saniye sonra duyuluyor: "Merhaba..." Ya da durup dururken paaat diye bir gürültü. Görüntü arkadan geliyor: Çarpılarak kapatılan bir kapı...
En duygulu sahnelerden birinde Muzaffer Tema keman çalacak. Masanın üstünde duruyor keman. Muzaffer Tema yaklaşıyor. Elini uzatıyor...
Tam o sırada balkondan bir ses:
"Sen zahmet etme, ağabey, o kendi kendine çalar!"