kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 29 Ekim 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
OKUR TEMSİLCİSİ
Okur Temsilcisi

Terörizm ve habercilik

Savaşın eşiğinde ülkede gerginlik çok daha yoğun. Oklardan nasibini yazılı basın ve medya da alıyor. Herkesin bir hedefi var. Toz duman içinde en sağlıklı tutum, sorumluluklara sahip çıkabilmek.
Kronik bir hal alan terör ve terörle mücadelede ülke geldi, yurttaşları, kurumları, medyasıyla bıçak sırtında yürümeye başladı. Türkiye, Kardak/İmia krizini saymazsak, çok uzun bir zamandır savaşa bu kadar yakın olmamıştı.
Zihinlerde olağanüstü hal ilan edilince gözler, temel işlevi zihinsel alanla ilgili olan yazılı basına, medyaya döndü.
Dağlıca'ya terör saldırısı ile başlayan süreçte basının rolü farklı biçimlerde yine gündeme geldi. Hükümet, RTÜK yasasının 25. maddesine dayanarak, görsel medyaya geniş kapsamlı kısıtlamalar getirmeye çalıştı. Ancak, bu karar, Danıştay'dan geri döndü. Yüksek mahkeme, pek çok çevre tarafından açıkça "sansür" diye nitelenen hükümet tasarrufunu, "..kamu düzenini ve halkın moral değerlerini olumsuz etkileyen, güvenlik güçlerine dönük zaaf imajı yayan, toplumsal psikolojiyi olumsuz etkileyen, radyo ve televizyon yayınlarının' hangi tür yayınlar olduğunun açık ve somut şekilde ortaya konulmaması nedeniyle.." reddetti. Basın özgürlüğü açısından doğru karar da buydu.
Diğer yandan, bazı yerel yazarlar, terminoloji çelişkileri nedeniyle "yabancı basın" diye tam anlaşılamayan bir sepete doldurdukları bir basın türünü topyekûn mahkûm etme çabalarını sürdürmekte.
Anlamsız, cehalete dayalı, sonu gelmeyecek bir tartışma bu. Çünkü "terrorist" kavramı konusunda dünya basınında bir mutabakat yok. Dolayısıyla, kullanım her türlü çifte standarda açık. Her coğrafyanın kendi "teröristi", başka coğrafyaya ait "gerilla"sı var.
Bazı okurları sinirlendireceğini bilsem de, bu konuda en derin tecrübeye sahip BBC'nin yayın ilkelerinden, doğru bulduğum bir bölümü aktarayım:
"Terör eylemlerini süratle, doğru biçimde, eksiksiz ve sorumlulukla haber vermeliyiz. Duygusal veya önyargılı sözcükleri dikkatsizce kullanmamız inandırıcılığımızı sarsar. 'Terörist' sözcüğünün kendisi, anlamayı kolaylaştırmak yerine engelleyen bir tanımdır. Birine atfen aktardığımız durumlar dışında bu sözcüğü kullanmaktan kaçınmalıyız. Bildiğimiz doğruları haber olarak verme işini layıkıyla yapmalı, niteleme işini başkalarına bırakmalıyız. Başkalarının kullandığı terminolojiyi kendi terminolojimiz olarak benimsememeliyiz. Yapılan eylemin tüm sonuçlarını izleyicilerimize neler olup bittiğini anlatarak aktarabilmeliyiz. Eylemcileri 'bombacı', 'saldırgan', 'silahlı kişi', 'fidyeci', 'isyancı' ve 'militan' gibi açıkça tanımlayan sözcükleri yeğlemeliyiz. Sorumluluğumuz, olayları izleyicilerimize 'kimin kime ne yaptığını' değerlendirme imkânı verecek şekilde aktarmaktır."
Tabii bu, ideal durum. Yerel medyalarda durum farklı olabiliyor. Sanıyorum, sorumluluk 'terörist' sözcüğünü olduğunca ölçülü kullanmaktan geçmekte.
Sorumluluk, sorumlu yayıncılık. Anahtar sözcükler bunlar. Biz infial yaratıcı durumlarda ne kadar serinkanlı, temel işlevimize sadık kalırsak o kadar doğru davranmış oluruz. Bizim işimiz doğru haber, akılcı analiz. Gazeteci siyasetçi değildir; hamasetten uzak durmalıdır.
Gazeteci aynı zamanda sansüre de karşı koymalı. Ne kadar sorumlu isek, o kadar rahat mücadele ederiz sansürle. Peki, son dönemde Türkiye'de en ciddi sorunumuz nedir, diye sorarsanız, "sağlıklı resmi bilgi akışı" derim. İki yıl kadar önce, o zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt'a söylemiştim: Tıpkı Pentagon gibi, basına doğru ve düzenli bilgi aktaracak, "arka plan" veya "off the record" yorumla besleyecek bir sözcülüğe ihtiyaç var. Aynı şekilde, hükümetin de böyle bir sözcülüğe kriz anlarında süreklilik kazandırması şart. Çünkü amaç halkı doğru bilgilendirmek; çar1pıtma verilere alet olmamak.