kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 28 Ekim 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
"Herkes varoluşuna bir kapı aramak ister, ben de Yedi Kapılı Kırk Oda kitabıyla kendi yazımın varoluşunun kapılarını zorluyorum."

Âşık olmak da işe adam almak gibi...

ŞİRİN SEVER
Biz daha okumaya fırsat bulamadan o arka arkaya kitap yazıyor. Bu yıl içinde çıkardığı dördüncü kitabını geçen hafta özel bir performansla tanıttı: Yedi Kapılı Kırk Oda! Bu kitap vesilesiyle evinde buluştuk Murathan Mungan'la; yeni kitabını, hayatını, Türkiye'nin geçirdiği zor günleri ve elbette aşkı konuştuk..
- Sürekli yazıyorsunuz, bir yılda dördüncü kitabınızı çıkardınız. Hayırdır, nereye yetişiyorsunuz?
- Bir kere kafamı tutamıyorum! Bir taraftan da insanın kendine yaptığı yatırım diye bir şey var. Türkiye'de ve dünyada ne olursa olsun, bunların kaydını tutup, duyarlılığını yaşayıp ama işimi yaparken hiçbir şey olmuyormuş gibi kendi içime kapanmak gibi bir özellik edindim. Özel hayatımda ya da toplumsal hayatta ne yaşanırsa yaşansın işime küsmüyorum; işimle yani sanatla, kültürle ve edebiyatla kurduğum ilişkide en ufak bir aksama, tavsama, eskime duygusu yaşamıyorum. Bu tarafımı da seviyorum. Yani hâlâ yeni başlamış bir insan gibi dünyayı izliyor, takip ediyorum.

- Kaç yıl oldu yazı yazmaya başlayalı?
- Kendi imzamla bir gazetede yazımın çıkma tarihi 1975'tir.

- Ve hiçbir yorgunluk, bıkkınlık yok, öyle mi?
- Yüzümden öyle bir şey anlaşılıyor mu?

- Hayır ama enteresan! Bir taraftan şiir, bir taraftan öykü, diğer yandan roman, hatta şarkı sözü yazmak, albüm projesi... Sizinki nasıl bir durum?
- Bir iç enerjisi, belki bir ruhani yetkinlik... Yani bu kadar sene sonra söylersem ayıp kaçmaz sanırım; yetenek diye bir şey var, bu yadsınamaz. Bir de yeteneğinize yaptığınız yatırım var. Ben bunu hem yazdım hem söyledim; Türkiye yetenekler mezarlığı, Türkiye insan korumayan bir ülke. Bir insanın, bir sanatçının, bir bilim adamının yetişmesi bonsai gibi; çok emek, çok oksijen, çok su istiyor. Dolayısıyla kültür hayatımızda da, sanat hayatımızda da çok fazla sıyırmış adam var. Herkes aynı dayanıklılıkta değil.

- Neden peki bu kadar çok yazma ihtiyacı?
- Her sene böyle beş kitap çıkmaz! Yıldızın parladığı anlar vardır. Edebiyatla, sanatla, kültürel sosyolojiyle ilgili her gün temel gıda alıyorum ve kenara bir şey ayırıyorum. Her gün kenara bir kuruş koysanız yıl sonunda 365 kuruş ediyor. Bazen gözümün önüne şöyle bir resim olarak geliyorum; Titanik'teyim, gemi ortadan yarılmış, batmak üzere ve ben hala yazı masasında çalışıyorum! Bu resim bana güç veriyor.

- Bu kadar kendinize, yazmaya döndüğünüzde hayatı kaçırdığınızı düşündüğünüz olur mu hiç?
- Zaten hayat kaçırılan bir şeydir (gülüyor), ne yaparsan yap hayat kaçar! Önce hayatla doğru kontrat yapacaksın.

- Peki hayatta tutkuyla bağlandığınız tek şey yazmak mı?
- Galiba...

- Başka hiçbir şey yok mu; aşk mesela?
- Aşk vardı da... (gülüyor) Sahibini bekliyor. Türkiye'de aşkın Oxford'u vardı da ben mi gitmiyorum? Aslında her yaşın aşkları, beklentileri, dünyayla kurduğu ilişki farklı. Hayatınızı gelişme üzerine kurduğunuz zaman iç olgunluğu, beklentiler, insan malzemesi devreye giriyor. Nasıl zorluk çekiyorsanız işe adam almakta, kalifiye, kaliteli eleman bulmakta; âşık olmak için de o kalifiyede, o vasıflarda insan giderek azalıyor.

- Neden peki?
- Zamanla kendi duygularınızın kıymetini daha çok biliyorsunuz, eskisi kadar saçıp savuramıyorsunuz. İkincisi de, geçmiş deneyimlerinizin size öğrettikleri ister istemez hem bir tür filtre sağlıyor, hem de biraz içinizi kilitliyor. Dönüp baktığınız zaman da size sürprizler sunacak insan malzemesinin arkası gelmiyor.

- Yani aşk yok hayatınızda?
- Şu anda yalnızım, tekliflere açığım. (kahkahalar) Seviyeli beraberlik ve düzeyli ilişki istiyorum. Ama ikisini birden. (kahkahalar) Ya mesela orada da başka bir klişe var, sen bu kadar seviyesizken nasıl seviyeli bir ilişki kurabilirsin ki! Gelir düzeyini mi seviye zannediyorsun?

- Söylenmek istenen tam da bu!
- O zaman öyle söyle... Kaliteli tip ne, ne anlıyorsun kaliteli tipten? Türkiye'de çok ağır bir şuur kaybı yaşanıyor.

- Peki sizin yaşadığınız hangisi? İnsan malzemesinin eksikliği mi, yazmaktan yeni bir insanı tanımaya vakit mi ayıramıyorsunuz?
- Kendini kaybedercesine âşık olmayı o kadar özledim ki! Yedi Kapılı Kırk Oda'da sevdiğim bir cümle var: Hangi dünyada âşık olduğunuza bağlıdır aşk. Türkiye'nin şu andaki malzemesini düşünün. Bu malzeme içinde, uygun birini bulsanız bile, bu dekorda ne yaşayacaksınız?

- Aşk bütün bunları silmez mi? Dekor önemli midir o kadar?
- E kapının altından dünyanın bilgisi sızıyor. El avuç göz içi romantik sahnelerle hayat geçmiyor ki! Belli bir bilinçle seviyorsunuz. Ortaokuldaki, dünyayı unutan gözleriniz artık çok şey görmüş oluyor. Aşk aslında Türkiye'de gençlerin değil, artık olgun yaşta insanların sorunsalı.

- Ne demek bu?
- Şöyle düşünün; 70'li ve 80'li yıllarda söylenmiş şarkıları alıp cover yapıyorlar. Hangi cover içinize dokunuyor sizin? Hangisinin sesinde gerçekten aşkın titreşimini hissediyorsunuz? Sadece arkadaki ritimle o şarkının nasıl popüler olacağının üstüne kurulu bir dünya. Bir kulübe, diskoya, bara gittiğinizde kıç çalkalayacağınız şarkılar var sadece ya da 'duygusal, romantik bir çalışma' dedikleri, bayağı duygulanımlarla radyoda çalınanlar. Eskiden insanlar müzik dinlerlerdi, şimdi müzik dinlenmiyor. Bu anlamda müzik sektörünü sadece MP3'ler, internet, korsan batırmadı.

- Ne batırdı?
- İnsanların ruhlarının ve kalplerinin bu kadar laçkalaşması batırdı! 70'li, 80'li yılları düşünün; gitaristlerin, grupların hepsinin adı bilinir, plaklar alınır, üstü okunurdu. Müzik aynı zamanda kültürel bir öğeydi. Şimdi bir yere girdiği zaman kafasını sallayabiliyorsa, iki tane figür attırabiliyorsa müzikle ilişki kurdum sanıyor!