kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 28 Ekim 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Kimsesizlerin kimsesi

Yarın 29 Ekim.
Cumhuriyetin 84'üncü kuruluş yıldönümünü kutlayacağız. Bu kutlamaların nasıl bir şekil alacağını şimdiden tahmin edebiliyorum:
Güneydoğu'da akan kanın izleri olacak her yerde. Bunun sonucu olarak da " ister istemez " cumhuriyetin asıl önemi göz ardı edilecek. Nasıl mı?
Önce " cumhuriyet eşittir vatan " denklemi kurulacak. Ardından vatanın bölünmezliği, " dost ve düşman " kulaklara haykırılacak. Sonuç: Cumhuriyet ikinci plana atılacak.
Halbuki vatan, ulusun yaşadığı yerdir. Cumhuriyet ise ulusun siyasi yaşam tarzıdır.
Kabaca ifade edersek: Vatan, topraktır; cumhuriyet ise o toprağın üstünde yaşayanların kendilerini yönetme şeklidir.
Benim bir dönem tam olarak anlamadığım bir nokta vardı: Niye bazıları " cumhuriyet " ile " demokrasi " sanki birbirine karşıt kavramlarmış gibi konuşuyor?
İnanın bunu söyleyenleri ilk duyduğumda şaşırmıştım. Çünkü cumhuriyet bu ulusun tartışılmaz değeridir. En temel ortak noktadır.
Sağcısından solcusuna, dincisinden darbecisine, kendi siyasi görüşlerini tüm topluma kabul ettirmek için mücadele eden birçok grup gördüm bugüne dek.
Ama " Cumhuriyeti kaldıralım " diyene hiç rast gelmedim. İyi ya da kötü, olumlu ya da olumsuz, haklı ya da haksız... Bıkış açısına göre değişir ama şurası kesin: Hepsi ne yapmak istiyorsa cumhuriyet içinde yapmak istiyordu.
Peki, niye cumhuriyet, onun uygulanış biçimlerinden biri ve herhalde en iyisi olan demokrasi ile karşı karşıya getiriliyordu?
Geçenlerde... Bir zamanlar militan solcu olan... Daha sonra sivriliklerini törpüleyip Fransa'nın eski cumhurbaşkanlarından Mitterrand'ın danışmanlığını yapan Regis Debray'ın ünlü makalesini bir kez daha okudum: " Cumhuriyetçi misiniz, Demokrat mı? "
Türkçeye de çevrilen bu makale, 1989'da Nouvel Observateur dergisinde yayınlandığında yoğun tartışmalara neden olmuştu.
Makaleyi yıllar sonra tekrar okurken karşılaştığım şu satırlar... O ünlü klişeyle ifade edersem, " cumhuriyetin, demokrasi ile taçlanmasını " istemeyenlerin derdinin ne olduğunu apaçık ortaya koydu.
Şöyle diyordu Debray:
"Cahil insanlardan meydana gelen bir cumhuriyet, kare şeklinde bir dairedir, çünkü cahil özgür olamaz, kanunların kaleme alınmasına iştirak edemez veya kanunlardan haberi olamaz. Buna karşılık halkının yüzde ellisinin okuma yazma bilmediği bir demokrasiyi düşünmek kesinlikle imkansız değildir." İşte ölçütleri bu... Mantıkları böyle i şliyor: " Kanunları kaleme almak ya da onlardan haberi olmak... "
Bunları yapabiliyorsan cumhuriyetin " gözde " vatandaşısın... Yapamıyorsan cumhuriyetin " sözde " vatandaşısın.
Şu ülkede yaşamak... Üretmek... Vergi vermek... Aile kurmak... Çocuk yetiştirmek... İcabında savaşa gidip canını vermek...
Bunların hiçbiri Debraygillere yetmiyor. Onlar için birinci şart: Kanunları yazmak ya da yazmasan dahi onları anlamak... Bunun için de okula gitmek. Eğer okula gitmedinse o zaman cumhuriyetin " katılanı " değil, ancak " alkışçısı " olabilirsin.
Demokrasi ise " okumuş-okumamış " ayrımı yapmadığı, herkese oy hakkı verdiği, herkesi kucakladığı için cumhuriyete aykırı bir uygulama oluyor.

Ben bu anlayışı reddediyorum!
Çünkü o zihniyet, cumhuriyetin " has " vatandaşı olarak " hukukçuları " işaret ediyor (öyle ya, kanunları " yazan ", onları " anlayandan " da üstündür!)
Hem soralım bakalım: O has vatandaşları besleyen kimlerdir? Cevap: Beğenmedikleri, aşağıladıkları, küçümsedikleri "sıradanlar".
Atatürk, " Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir " derken tam da o sıradanları kastetmiyor muydu?
Cumhuriyetin vatandaşları arasında, "birinci sınıf olanlar ve diğerleri" ayrımı yaratmaya çalışanlar, bir de kendilerine Atatürkçü demiyor mı? Çıldırmak işten değil!