kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Ekim 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Kaçan fırsat

Bir an Ermeni iddiaları için Ermenistan Cumhuriyeti ile uzlaşma diyalogu başlattığımızı ve şöyle bir öneride bulunduğumuzu varsayın:
"Gelin, Türkiye-Ermenistan sınırına birlikte bir anıt dikelim. Anıtın Türkiye'ye bakan yüzüne Ermenice, Ermenistan'a bakan yüzüne de Türkçe 'Size yaşattığımız acılar için gerçekten üzgünüz' yazalım."
Herhalde kıyamet kopar. Türk halkının en az yarısı (Belki de dörtte üçü) ayaklanır.
Oysa Türkiye'den Ermenistan'a böyle bir öneri gitti. 14 yıl önce. Önerinin sahibi kimdi dersiniz? İnanmayacaksınız ama merhum Alparslan Türkeş.
Genç kuşakları bilgilendirmek, orta yaş ve üstündekilerin de belleklerini tazelemek için filmi başa saralım.
Yıl 1993. O güne kadar sadece iki ülke (Uruguay ve Kıbrıs Rum kesimi) 1915 olaylarını "Soykırım" olarak kabul etti. Ancak ufukta kara bulutlar toplanmaya başladı. Örneğin Ronald Reagan, 1980'lerde 24 Nisan'da Ermeniler'e yayınladığı mesajda "Soykırım" ifadesini kullanan ilk ABD Başkanı oldu. Arjantin benzer karar almaya hazırlanıyor. Ankara'ya başka ülkelerden de kaygı verici mesajlar gönderiliyor.
Yine o dönemde Kafkaslar'da tarihin fay hatları harekete geçti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra eski devletler küllerinden yeniden doğdu: Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan gibi. Ancak Stalin döneminde çizilen sınırların ektiği etnik çatışma tohumları da boy vermeye başladı: Güney Osetya, Abhazya, Yukarı Karabağ, Nahcıvan, Acarya gibi.
Türkiye, Ermenistan dahil yeni komşularının bağımsızlığını vakit yitirmeden tanıdı. 21 Eylül 1991'de referandumla bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, bir ay sonra, 16 Ekim 1991'de de yine halkın oylarıyla Levon Der Bedrosyan'ı (Batılılar'ın telaffuzuyla Levon Ter Petrosyan) cumhurbaşkanlığına seçti. Halep doğumlu, ılımlı (Diaspora'nın katı çizgisinin temsilcisi fanatik Daşnak partisini kapattı) ve gerçekçi.
Tam da o günlerde Dağlık Karabağ'da kanlı çatı şmalar patlak verdi. Ayrılıkçı Ermeniler ile Azerbaycan arasında. O savaşa Azerilere destek için Türkiye'den giden epey gönüllü de katıldı. (Bazıları bugün TBMM'de. Nasıl bağış topladıklarını ve o kaynaklarla dağılmakta olan Kızıl Ordu'dan nasıl rüşvetle savaş uçakları, tanklar, bombalar aldıklarını bizzat kendilerinden dinledik.)
İşte o gönüllülerden bir bölümü Ermeniler'e esir düştü. Bu durumun açıklanması, Türkiye'nin dolaylı olarak çatışmaya katıldığı anlamına gelecekti. Skandalı önlemek için MHP lideri Alparslan Türkeş devreye girdi.

Paris'teki gizli buluşma
Bedrosyan ile Türkeş 12 Mart 1993'te Paris'te, Concorde Meydanı'ndaki Hotel Crillon'da gizlice buluştular. O görüşmede Bedrosyan, Türk tutsakların sessiz sedasız salıverilip Türkiye'ye gönderilmelerini kabul etti. Ardından başta soykırım iddiaları olmak üzere Türkiye-Ermenistan ilişkilerini zehirleyen sorunlar ele alındı. Türkeş işte o görüşme sırasında "Pişman olunası olaylar" dediği 1915 trajedisinde İttihat-Terakki yönetiminin sorumluluğunu kabul etti ve Ermenistan'ın toprak ve tazminat taleplerinden kesinlikle vazgeçmesi koşuluyla (Bedrosyan ona da "Tamam" dedi) sözünü ettiğimiz sınıra ortak anıt dikilmesi önerisini yaptı.
Ama olmadı. Bir ay sonra, 17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümüyle Türkiye'de gündem de, dengeler de altüst oldu. Türkeş'in girişimi arşive kaldırıldı.
Ardından Yukarı Karabağ'ın bağımsızlığını reddeden, Türkiye'yle ilişkilerin normalleştirilmesi, BaküTiflisCeyhan boru hattının Ermenistan'dan da geçmesi ve "Barış hattı" olması için çırpınan, dahası Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'ın federasyon çatısı altında birleşmesini öneren Bedrosyan, fanatik milliyetçi Ermeniler ile Diaspora'nın baskıları sonucu 3 Şubat 1998'de istifa etti. Yerine Yukarı Karabağ savaşında bir numaralı aktör olan Robert Koçaryan geldi ve Diaspora, Ermenistan halkını teslim aldı.
Türkeş-Bedr osyan ikilisinin o girişiminin gerisi getirilebilseydi, bugün belki de soykırım iddiaları çoktan dünya gündeminden çıkmış olacaktı. Belki Yukarı Karabağ sorunu da Türkiye'nin öncülüğünde çözülmüş olacaktı. Belki Kafkaslar barış dönemine girecekti.
Şimdi parlamentolar arasında mekik dokuyan 1915 tasarısıyla boğuşuyoruz. Ve "Bu sorunun çözümü siyasilere değil tarihçilere düşer" tezimize destek arıyoruz.
Ama ne yazık ki, tarihçiler çoktan siyasileşti, siyasetçiler de tarihçiliğe soyundu.