kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Ekim 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Prof. Kemal Karpat ezberlerini bozunca

Başka konulara daldık, en önemli tarihçilerimizden Prof. Kemal Karpat'ın söyleşisine değinemedik.
Neşe Düzel'in sorusu üzerine Osmanlı'daki din-devlet ilişkisini anlatan Hoca, şöyle diyor:
"Bizim en ileri tarihçilerimizden biri, kitabının başında ' Osmanlı teokratik bir devletti' diyor... Bunu okuduğumda donakaldım. Bunu söylemek için tarih, siyasi ilimler ve felsefe bilmemek gerek. Teokratik devlet, din adamları tarafından idare edilen bir devlettir. Osmanlı hiçbir zaman böyle bir devlet olmadı."
Düzel, halifeliği hatırlatınca Hoca şöyle devam ediyor:
"Halife olarak yönetmiyor ki devleti. Sultan olarak yönetiyor... Şeyhülislamlık, padişahın kararlarını onaylayan, Müslüman halkın gözünde din adına meşrulaştıran basit bir makama dönüştü. Mesela, İkinci Mahmut reformlara başladığında, ' Benim yaptıklarımı meşru göstermek için bana hadisler bulun' diye emir verdi. 35 kadar ayet bulup getirdiler. İkinci Mahmut şahsi diktatörlüğünü kurmak için şeyhülislamı kullandı... Sonuçta Osmanlı bir yerde laik bir devletti..." ( Radikal, 8 Ekim )
'Teknik' anlamda elbette laik değildi Osmanlı ama esas otorite "dünyevi" iktidardı, padişahtı. Şeyhülislamlık onun yanında bir meşruiyet kurumu olarak çalışırdı.
Bir örnek vereyim...
Geçenlerde, halen Milli Eğitim Bakanı olan Doç. Hüseyin Çelik'in doktora tezini okuyordum: " Ali Suavi ve Dönemi " (İletişim Yay.)
Ali Suavi ilginç bir kişilik. 1839'da doğuyor. Gazetecilik yapıyor. İngiltere'de ve Fransa'da yaşıyor. Galatasaray Lisesi'ne müdür oluyor. Dönemine göre ilginç fikirleri olan 'tuhaf' bir aydın.
20 Mayıs 1878'de İkinci Abdülhamit'e karşı Beşinci Murat'ı tahta çıkarmak üzere, organize ettiği birkaç yüz adamlarla Çırağan Sarayı'nı basıyor.
Başarısız kalan baskında, Ali Suavi, Beşiktaş Zabıta Amiri Hasan Paşa tarafından başına sopayla vurularak öldürülüyor.
Peki sonra ne oluyor?
'Çırağan Hadisesi'nin içyüzünü ortaya çıkarmak amacıyla bir komisyon kuruluyor. 13 gün harıl harıl çalışan komisyon olayı gayet ayrıntılı bir biçimde soruşturduktan sonra padişaha raporunu sunuyor.
Ardından toplanan Divan-ı Harb'in o rapora da dayanarak aldığı kararlar, Heyet-i Vükela tarafında onaylanıyor.
Başta elebaşılar olmak üzere baskına karışanlara çeşitli cezalar veriliyor: Hapis, sürgün, para cezası, vb... Bitmedi...
II. Abdülhamit bu cezaların infazı için bir de şeyhülislamdan fetva alıyor!
İşte Kemal Karpat'ın " Sonuçta Osmanlı bir yerde laik bir devletti " derken kastettiği böyle bir şey.
Çırağan Hadisesi baştan sona " dünyevi otorite " ve " dünyevi kanunlar " çerçevesinde ele alınıyor. İnceleniyor, araştırılıyor, soruşturuluyor ve nihayetinde cezalar veriliyor.
Ama en son aşamada, halkın zihninde hiçbir kuşku kalmaması için, usulen, şeyhülislamdan da " kararlar dine uygundur, infaz edilebilir " diye fetva alınıyor.
Böylesine ayrıntılı bir işlemden sonra şeyhülislam " hayır " diyebilir mi? Diyemez. Sadece o açıdan değil, neticede devletin memuru olduğu için de diyemez! Onayı verir.
Yine de fetvayı vermezse ne olurdu?
En basitinden kendisine, " Şeyhülislam efendi, sen yorulmuşsun, artık git evine dinlen, biz bu arada uygun fetvayı verecek yeni bir şeyhülislam bulalım " derlerdi.
Böylece mesele yine usulü dairesinde halledilmiş olurdu.
Son olarak: Şerif Mardin'in diğer saptamalarını es geçip ' mahalle baskısı' lafının üstüne atlayarak 600'e yakın yazı döşenen basınımız, Kemal Karpat'ı hiç görmedi!
Çünkü " Hilafeti kaldırmadan laik cumhuriyet olabilirdik " diyen Karpat'ın her söylediği ezberlerini bozuyordu.