kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 7 Ekim 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Ali Bayramoğlu kendisine zaman zaman yakıştırılan Fethullahçı ya da AK Partili iddialarına çok net bir cevap veriyor: "Olsam gocunmam ama değilim kardeşim."

'Bir baskı varsa İkitelli Mahallesi'nin baskısıdır'

MÜJGÂN HALİS
30.09.2007
Gazeteci Ali Bayramoğlu'na göre 'mahalle baskısı' genel geçer bir tabir ve Türkiye'de siyaseti açıklamak için yeterli değil. Malezya tartışmalarına 'delinin kuyuya attığı taş' diyen Bayramoğlu, gerçek tartışmanın İslami kesimdeki sekülerleşme olması gerektiğini söylüyor. Ona göre yapılmak istenen şey AK Parti'nin alanını daraltmak..
Son yıllarda yazdıklarıyla, söyledikleriyle, tavrıyla öne çıkan ender düşünce adamlarından biri Ali Bayramoğlu. Bayramoğlu, ideolojilerin değil, şimdiki zamanın önemli olduğuna inanıyor ve o yüzden demokrasinin şimdiki zaman içinde yaşayan gerçek insanlarla ittifak halinde oluşacağını umuyor. Onu en çok fikir adamlığı icra ederken, polisiye bir mesele haline gelen yaşamı üzse de, özerk olduğuna inandığı düşüncelerini birilerine yarıyor diye değiştirmemekte kararlı. Yaşadığı bütün sıkıntılara rağmen yendiği lenf kanserinden sonra, hâlâ hayata gülümseyen Ali Bayramoğlu'yla son haftaların gündemini konuştuk.

- 'Mahalle baskısı' tabirini çok anlamlı bulmuyorsunuz değil mi?
- Tam da sizin söylediğiniz gibi bunun bir kavram değil, tabir olduğunu söylüyorum. Böyle genel geçer bir kavram, bugünün Türkiye'sini açıklayamaz. Dünyanın her yerinde toplumsal örgütler, ortak yaşam için kurallar oluşturur ve bu kurallar kişiler üzerinde belli baskılar yapar. Geleneksel bir ailede bile, gelenekselin dışında davranırsanız, bir baskıyla karşılaşırsınız.

- Bunun söyletilen bir kavram olduğunu düşünüyor musunuz?
- Hayır, tabii ki Şerif Mardin'in bir şey söyletilebilecek bir adam olduğunu düşünmüyorum. Ama onun bu tabiri kullandığı çerçeveyle, bugün o çerçeveye basın tarafından atfedilen anlam bambaşka bir şey. Böyle yaparak hem Şerif Mardin'e de ayıp ediyorlar hem de Türkiye'yi çıtası son derece düşük, manasız bir tartışmanın içine sokuyorlar. Öyle anlar oluyor ki, gördüklerimizi-yaşadıklarımızı unutuyoruz, başkalarının söylediği şeye inanmaya başlıyoruz. Böyle yaparak insanları aptallaştırıyorlar. Malezya tartışması da böyle bir tartışma. Tartışmanın zemini mevcut siyasi iktidarın meşruiyeti ve vaat ettiği toplumsal hal olarak ele alınırsa, iyi niyetten yoksun bir hal alıyor. Mahalle baskısı açıkçası tırışkadan teyyare bir tabir.

'ÇEVRE MERKEZE YAKLAŞTI'
-Bu tartışma neden mahallelerin birbirini anlaması üzerinden yapılmıyor?
- Yapılması gereken o. Aslında 1990'ların ortasından itibaren Türkiye'de mahallelerin birbirlerini anladığını söyleyebilirim. Bu yüzde 100 bir anlama mı, hayır. Ama eskiye oranla, aşağı ve yukarı mahalle çocukları en azından yan yana kahvelerde oturur hale gelmeye başladı. Hatta bu kahvelerden oraya gidip gelen, çeşitli masalarda oturan insanlar da oluştu. Yani daha demokrat bir Türkiye olsun, devlet daha az sivri olsun, askerin baskısı daha az olsun fikri etrafında yüzde 47 gibi bir oy çıktı. Bu oy aslında bu değişik mahallelerin AK Parti etrafındaki ittifakının sonucuydu. 1990'lı yıllar Türkiye'de çok önemli değişimlerin su yüzüne çıktığı, İslami kesimin güçlendiği, kendi ekonomik kurumlarını ve medyasını kurduğu, kendi entelektüellerini ürettiği, kendi siyasi partileriyle daha önce merkez sağa verdiği oylarını oradan geriye aldığı bir dönemdi. Yani 'beyaz çoraplılar', 'yan mahallede oturanlar', 'taşralılar' dediğimiz insanlar bir anda beyaz gömlekli, kravatlı arkadaşların masalarının yanındaki masalara oturdu, iktidara geldi, devleti yönetmeye aday oldu. Böyle olunca her modernlik sürecinde olan bir şey oldu. Toplumun çevresi merkezine yakınlaşınca, merkezle çevre arasında değme olunca kıvılcımlar çaktı. Bu bir çatışmaydı ve askerileşmeye mal oldu. 28 Şubat binlerce insanın fişlendiği, güvensizliklerin hortladığı, kutuplaşmaların oluştuğu bir Türkiye'yi yarattı.

- Ne tür sonuçlar doğurdu bu süreç?
- Bu sadece siyasi değil, toplumsal bir öyküydü. Deneyimler dini siyasetin dışında tutma eğilimini ortaya çıkardı. Kâr ortaklığı firmalarının batması, birçok insana ekonomik çıkar ile din arasına mesafe koymak gereğini hissettirdi. Modern ile mahremin temas ettiği insanlar ortaya çıkmaya başladı. Bütün bunlara baktığınız zaman, İslami kesimin yaşadığı ana eğilim sekülerleşme eğilimidir. Bugün bu eğilimi değil de, bir tane delinin kuyuya attığı Malezya adlı taşı tartışıyoruz.

'BU BİR İKTİDAR KAVGASI'
- Niye bunu böyle tartışıyoruz peki?
- Çünkü iktidar kavgası var ve bu kavga sivil alanın, siyasetin ve AK Parti'nin bazıları açısından haddini aşan bir şekilde güç kazanmasıyla ilgili. Buna önce asker tepki verdi, toplum araya girdi, askerin söylediğini manasızlaştırdı. Bugün YÖK'ün, yüksek yargının, askerin Doğan Grubu'nun ikircikli tavrı bu kavganın hâlâ devam ettiğini söylüyor.

- Moda gibi, geçip gidecek bir şeyden bahsediyorsunuz...
- Şüpheniz olmasın. İki üç ay sonra çekip gidecek bir şey. Daha önceki yıllarda yapılan İran tartışması biraz daha ciddiydi. Çünkü İran'da devrim olmuştu. Malezya neresi? Bu tartışan insanlara sorsanız muhtemelen Malezya'nın haritadaki yerini bile gösteremezler.

- Mahalle baskısı tabiri neden milliyetçi çevrelerle ve yükselen yeni milliyetçilikle birlikte düşünülmüyor?
- Bu bir tercih ve dert edilen şey, AK Parti'nin kontrol alanını sınırlamak. Bunun çeşitli yolları var, askeri darbe yaparsınız, muhtıra verirsiniz ya da bu tür baskılar yaparsınız. Türkiye'de bir mahalle baskısı varsa, İkitelli mahallesinin, Ertuğrul Özkökgillerin bütün Türkiye'deki zihinlerin üstünde kurmaya çalıştığı çok ciddi bir baskıdır. İnsanların zaten şeriat diye bir korkusu var. Ve bu korku sizin beyazlık dozunuz arttıkça artacak. Ya bu korkuyla yaşamayı öğreneceksiniz, ya bu korkuyu eleştireceksiniz, ya da bu korkuyu ortadan kaldıracak bir demokratikleşme süreci yaşayacaksınız ve Müslümanların da demokratikleşmesini arzu edeceksiniz.

-Burada solun eksikliği hakkında ne söylemek istersiniz?
- Türkiye'de son 10 yılda yaşanan gelişmeler, kentli, modern, iyi eğitim almış, kendisini temel olarak sağcı görmeyen, bu itibarla solcu olan insanların arasında bir tartışma başlattı. Bu arayış, kurumlaşmamış bir arayış, bireysel ve sistemsiz bir arayış. Nasıl İslami kesim kendi içinde bir dizi değişim yaşadıysa, aynı gelişme solda da olacaktır.

- İyi öyle de şimdi yoklar.
- Evet şimdi yoklar. Ama zorla sol yaratamazsınız. Bu bir sorun. Bu yokluk, maalesef AK Parti'yi öyle bir hale getiriyor ki; siyaseti temsil eden, siyasi alanı taşıyan, demokratik proje olacaksa onu taşıması gereken bir siyasi parti haline... Yani AK Parti bir yandan üstünde kavga edilen, bir yandan da liberallerin, solcuların, muhafazakarların beklentisinin olduğu bir parti oldu.

'MHP KONUSUNDA YANILDIM'
- Seçimlerden önce MHP'nin Meclis'in içinde olmasının, dışında olmasından daha tehlikeli olduğunu söylemiştiniz. Hâlâ böyle mi düşünüyorsunuz?
- MHP ile ilgili önyargılarım hep oldu, bu konuda objektif olduğumu hiçbir zaman söylemedim. Kuşağımın deneyimleri, MHP'nin bir refleks ve içgüdü partisi olduğunu düşündürdü bana. MHP'nin toplum yerine millet kavramını kullanmasını, toplumun çok parçalı olması yerine milletin tek parçalı olduğu düşüncesine dayanmasını ve siyasetten de değişmez milli doğruları anlamasını, sokaktan gelen otoriterizmin temsili olarak adlandırıyorum. Ama şunu da teslim etmem gerekir ki, MHP son dönemde, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimindeki oylamaya katılarak, siyasi alanın rahatlamasına, hatta siyasi alanın kendisini korumasında bir rol üstlendi. Bu konuda yanıldım.
Haberin fotoğrafları