kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 4 Ekim 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
EMRE AKÖZ

Bağırsaklara hitap etmek

Dün Cem Küçük'ün yönettiği 'Satranç Tahtası' programı için bir dönem Sabah'ta yazan Ömer Lütfi Mete ile bir araya geldik.
Mete, "şeriatı getirecekler, kadınları çarşafa sokacaklar" diye korkanların samimiyetini uzun süre sorgulamış. Ve sonuçta karar vermiş: "Bu kişiler samimi; yani o korkuyu gerçekten yüreklerinde hissettikleri için öyle konuşuyorlar."
İtiraz ediyorum.
Banka çalışanı Türkan, müşteri temsilcisi Badesu, öğretmen emeklisi Muazzez böyle düşünebilir, böyle hissedebilir.
Çünkü onlar "bilmek ya da öğrenmek" zorunda değil; ne meslekleri bunu gerektiriyor, ne de toplumsal konumları.
Peki ya "kanaat önderi" rolüne soyunanlara mesela medyada yorum yapanlara, köşe yazarlarına filan ne demeli?
Onlar "bilmek, bilmiyorsa da öğrenmek" zorunda değil mi?
"Boğaz'a bakarak rakı içmek istiyorum, ya engel olurlarsa" gibi şapşalca laflar etmeye hakları var mı?
Bu tip soruları ortaya atanlar, Türkiye'de yaşamıyor herhalde. Çünkü yaşasalardı şunları bilirlerdi:
Güya rakı bizim 'milli içkimiz'. Ama beş yıl öncesine kadar, bir Yunan turiste rakı ikram etmekten utanırdık. Halbuki rakı 'uzo'nun abisi sayılır. Gel gör ki anasonuyla, alkolüyle bizim rakılar berbattı.
Sonra Tekel özelleştirildi, içki sektörü serbestleştirildi. Şimdi sürüyle üreticimiz, birbirinden lezzetli markalarımız var.
Bu ne anlama gelir?
Üzüm yetiştiren çiftçisiyle, fabrikadaki işçisiyle, dağıtımı gerçekleştiren bayi ve kamyoncularıyla, lokantacısıyla, garsonuyla, bakkalıyla binlerce aile şu koca rakı sektöründen ekmek yiyor.
Bitmedi: Bir de işin içinde yabancı sermaye var.
Peki bu iktidar rakıyı engellemek isteseydi, ne yapardı? Mesela: 1) Kendinden önceki hükümet döneminde alınmış olan özelleştirme kararını iptal ederdi. 2) Rakı üretimini giderek düşürür, göstermelik hale getirirdi.
Dediğim gibi... Sokaktaki vatandaş bunları düşünmeyebilir.
Ama kanaat önderiysen, yorum yapıyorsan bu basit bağlantıları bilecek; aptalca laflar etmeyeceksin.
Bütün ciddi araştırmalar, muhafazakârlıkta azalma olduğunu gösterirken, "şeriat gelir" diye korkuyorsan, 'Ayşanım Teyze'den ne farkın kalır?
Bak arkadaşını sokağın ortasında ensesine kurşun sıkarak öldürdüler. Bunu yapanlar ve yaptıranlar pişman da olmuyor ha! "Yaptık, yine yaparız" diyorlar. Bolca da alkış topluyorlar. Türküsü söyleniyor, klibi yapılıyor cinayetin.
Ama hemen karşında, yanı başında duran bu tehlikeden tedirgin olacağına, uyduruk korkularla oyalanıyorsun.
İşte bu yüzden Ömer Lütfü Mete'ye katılmıyorum. "Bilme" konumunda olanlar, "öğrenmemekte" ısrar ediyorsa, burada bir "samimiyetsizlik" var demektir.
Geçen gün Mehmet Ali Birand, "Gerçek bu değil, diyorsun ama korkanlar var, onları ne yapacağız " dedi.
Korkanlarla uğraşmak, korkuların üstünde çalışmak, onları kaşımak ya da tedavi etmek politikacıların işi; bizim değil.
Aktüel'in son sayısında psikiyatri profesörü Vedat Şar ile yapılmış röportaj var: 'Duygulara, heyecanlara' karşı hassas, buna karşılık 'mantığa kapalı' bir "politik beyne" sahip olduğunu söylüyor insanların.
Hoşunuza mı gitti? "Aaa, benim de bir politik beynim var" mı diyorsunuz?
Hemen havaya girmeyin canım. Bakın Prof. Şar şöyle devam etmiş: " ABD siyasetinde buna 'bağırsaklara hitap etme' deniyor. Duygulara seslenmeyen siyasetçinin hiç şansı yok."
İşte 'duygu-duygu' diye övündüğünüz bundan ibaret: Siz kalple ilişkili sanıyorsunuz ama asıl bağlantı noktası aşağılarda ve pis kokuyor.