kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Eylül 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Pazar SABAH 
ATİLLA DORSAY

Shakespeare günümüzde yaşasa Spielberg olurdu!

1982 yılında Gandhi filmiyle sinema kariyerine başlayan usta oyuncu Ben Kingsley'le Boğaz'a nazır bir söyleşi yaptık. Steven Spielberg için "günümüzün Shakespeare'i" diyen Kingsley, yıllar önce bir filmde şakır şakır Türkçe konuşmasının sırrını da anlattı....
Ben Kingsley'i, canlandırdığı Gandhi, Lenin, Hazret-i Musa, besteci Shostakovich, Sultan Selim gibi birbirinden çok farklı karakterlerle tanıyoruz. Kingsley aynı zamanda büyük klasiklerin ünlü kişiliklerini de canlandırdı: Sherlock Holmes'un yardımcısı Doktor Watson, Oliver Twist'in Fagin'i, Romeo Juliet'in baba Capulet'si, Suç ve Ceza'nın Porfiry'si, Ben Kingsley'le sinema perdesine yansıdı. İngiliz-Hint karması, 1943 doğumlu, demek ki bugün 65 yaşında bir efsane o.

'OSMANLI'YI BİLMEK İSTERDİM'

Ben Kingsley'le Les Ottomans otelinin Boğaz'a nazır terasında söyleşiyoruz. Yıllarca televizyon için çalışıp birçok oyun, film ve dizide oynadıktan sonra, 1982 yılında Richard Attenborough'nun Gandhi filminin başrolü için seçilip müthiş bir oyunculuk sergilemiş ve ilk filmiyle Oscar ödülü kazanmıştı. Peki bu mucize nasıl gerçekleşti? "Bu bir mucize değil. Ben Gandhi'den önce tam 15 yıl boyunca Royal Shakespeeare Company'de çalıştım. Hemen tüm Shakespeare oyunlarında oynadım. Asıl zorluk Hamlet'i oynamaktı. John Gielgud'dan Laurence Oliver'ye tüm ünlü aktörler oynamıştı çünkü. Ama hayır, korkmadım. O benim Hamlet'im olacaktı, onu kitaptan alıp gerçek bir insana ben dönüştürecektim. Bunu yaptıktan sonra, diğer roller, hatta Gandhi bile zor gelmedi". Peki, bu başarıda Hint kanı taşıması da etkili olmamış mıydı? "Büyük-büyük babam Hintliydi. Ama ben kendimi hiç Hintli saymadım. O kültüre hayranım, ama ben tipik bir İngiliz olarak büyüdüm. Hindistan'a da sadece o filmin çekimleri için gittim, bir daha gidemedim." Zaten çok seyahat eden biri değil: "Tatil sevmem ve tatile çıkmam. Ancak filmlerimin beni götürdüğü yerlere giderim. Bu nedenle de çok istediğim halde ülkenize gelemedim." Peki cami ve müzeleri de gördükten sonra İstanbul hakkında neler düşünüyor? "Tek sözcükle büyüleyici! Bekliyordum, ama tahminlerimi de aşan bir kent bu." Kingsley, yıllar önce Harem adlı bir filmde Sultan Selim'i, Pascali'nin Adası filmindeyse 19. yüzyılda bir Ege adasında Abdülhamid için casusluk yapan Basil Pascali adlı gizemli bir kişiliği canlandırıyordu. Osmanlı tarihine aşina mı acaba kendisi? "Hayır, değilim. Ama öğrenmeyi isterdim."

SİNEMAYA OSCAR'LA GİRDİ
Pascali'nin Adası filminde şakır şakır Türkçe konuştuğunu hatırlıyorum: hem de iyi bir Türkçe. Nasıl olmuştu bu? "Evet, siz söyleyince hatırladım. Bir Türk hanımefendi bana koçluk yapmıştı: tüm Türkçe diyaloglarımı okudu. Değişik dil ve şiveleri konuşmak da oyunculuğun bir parçasıdır. Şive bir yana, ben çoğu filmimde kendi sesimle bile konuşmam. Karaktere göre değiştiririm. Kendi sesimle konuşabileceğim bir rol gelirse de çok sevinirim." Gandhi'den sonra da Kingsley iyi roller buldu, birkaç Oscar adaylığı daha var. Ama sinemaya Oscar'lı bir performansla zirveden başlamak iyi mi, kötü bir şey mi? "Oscar'ın bir zararını görmedim! Çok değişik deneyimlerim oldu, çok farklı rollerde oynadım. Çok ünlü ya da tam tersine, çok genç, ilk filmlerini yapan insanlarla çalıştım. Birkaç kötü deneyimim de olmadı değil. Ama onlardan bile bir şeyler öğrendim. Pişmanlık sözcüğünü pek sevmem zaten."

'SİR UNVANI BÜYÜK SORUMLULUK'
Ona İngiliz oyunculuk ekolünün gücünü nereden aldığını soruyorum. "Öncelikle İngilizce'nin çok önemli, çok zengin, çok şey anlatabilen bir dil olmasından geliyor bu. Elbette siz de kendi dilinizi sever ve översiniz. Çok da haklısınız. Ama İngilizce çeşitli nedenlerle başlıca dünya dili oldu. Bu da bize başta ABD olmak üzere birçok kapı açıyor. Ayrıca yine Shakespeare'e dönmek istiyorum. Çünkü o, örneğin aynı dönemin Fransız yazarlarına kıyasla daha çok halka iner, soyluların yanı sıra burjuvalara, hatta emekçilere seslenir. Çünkü onda komedi de vardır, romans da... Böylesine bir yazara ve döneme dayanan bir oyunculuk geleneği de daha büyümüş, gelişmiş ve tam bir ekol halini almıştır." Sanatçı, eğer bugün yaşasaydı Shakespeare'in sinemanın Spielberg'i olacağını söylüyor! Yıllar önce (tam olarak 1988'de) gelip Topkapı sarayında Gözde adlı bir film çeviren F. Murray Abraham'la konuşurken: "Beni hep Ben Kingsley'le karıştırırlar, gelip bana 'Amadeus'ta çok iyisiniz, ama Gandhi'de daha da iyiydiniz' deyip dururlar" demişti. Bu duruma ne diyor? "Abraham'ı çok severim, Amadeus'taki oyunu enfesti. Ama onunla çok benzeştiğimizi sanmıyorum. Belki ikimiz de çok yoğun oyuncularız. Biliyor musunuz, o rol için benim de adım geçmişti ve Milos Forman'la görüşmeye gittim. Ama yıldızlarımız barışmadı, uyuşamadık. Rol Abraham'a kaldı, o da Oscar aldı. Çok iyi oldu." Onca ünlü yönetmenle çalıştı. En çok kimden etkilenmiş? Roman Polanski diyor: "O bir parmağıyla bile bir filmi yönetebilir." Ama genç yönetmenleri de seviyor ve destekliyor: "Ben gözümün önünde oluşan, büyüyen şeyleri severim. Genç yönetmenlerle bir projeye dalınca, her şey önünüzde gelişiyor, oluşuyor." 'Sir' unvanını alan usta oyuncuya bu unvanla kendisini nasıl hisettiğini soruyorum. "Büyük bir değişiklik yok," diyor. "Sırtınıza sorumluluk yükleniyor. Pakistan'daki son depremden sonra oraya gidip Gandhi filminin bir gösterisine katıldım. Bunu yaparken, yalnızca filmin baş aktörü değildim, orda Kraliçe'yi ve ülkemi de temsil ediyordum. Bu elbette büyük bir onur. Beni çok mutlu ediyor."