kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 24 Eylül 2007, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÜLKÜ TAMER

"Baksana, daha çocuk o!"

İki çocuk sokakta tartışıyorlardı geçen gün. Olsa olsa sekiz yaşlarındaydı ikisi de. Bir üçüncüsü yaklaştı yanlarına. O da aynı yaşlarda. Besbelli, tartışanlardan biri arkadaşıydı. Koluna yapıştı onun. "Ne uyuyorsun ona?" diye bağırdı. "Baksana, daha çocuk o!"
Benim tanıdığım ilk çocuk, kardeşimdi. Aykut. İki yaş küçüktü benden. Onu çocuk olarak görmeye başladığımda altı yaşındaydım. Dört yaşına basmıştı. Tankut, iki. Ama o bebekti daha. Çocuk değildi.
Bense koca bir adam. Babamla "oda" ya gidiyordum. Yazıhaneye yani. Antep'te, Dunlop Garajı'nın avlusuna bakan odalardan biriydi yazıhanesi. Yanındaki üç odada birer dokuma tezgâhı vardı. Alacalar, çitariler, kutnular dokutuyordu.
İlk odadaki tezgâhın başında Şükrü Ağabey otururdu. On sekiz yaşlarındaydı sanırım. Onu kendimle yaşıt görürdüm. Başucuna astığı taşbaskısı "Dünya Güzeli" resmine bakar, bu kadını kimin Dünya Güzeli seçtiğini sorardım. Şükrü pek beğenirdi resimdeki kadını. Bana kalırsa, kadına benzemiyordu her şeyden önce. Acayip çizgilerle yaratılmış, kirpiklerinin her biri tek tek çizilmiş şişman bir koyunu andırıyordu. Şükrü'yle erkek erkeğe uzun uzun tartışırdık.
Eve dönerken elimi tutmasını istemezdim babamın. Öyle ya, Abdürrezzak Efendi'yle yürürken el ele tutuşuyorlar mıydı!
Annemle sokağa çıkmaya utanırdım. Koskoca adam annesiyle sokağa çıkar mıymış!
İlkokul üçüncü sınıfa giderken artık yetişkin bir erkek olduğum kanıtlandı. Geceleri sinemaya da götürülüyordum. Gerçi ikinci filmin ortalarına doğru locada uyumaya başlıyordum, ama olsun! Büyükler arasında yerimi almıştım ya, yeterdi bu.
Bıyığım yoktu, ama onun da kolayını bulmuştum. Yaktığım şişe mantarını dudaklarımın üstüne çektim mi, tamam. Errol Flynn'den ne farkım kalıyordu! Tek eksik, Olivia de Havilland'dı.
Sınıfta dünya masalları okuyor, ama ders aralarında onlardan değil, makinelerden, yani otomobillerden söz ediyorduk. Austin'lerden, Fort'lardan, Doç'lardan, Şavelli'lerden. Ama nedense, büyüklerin oynamadığı oyunlardan, Alaman-Rus'tan, Saklambaç'tan, İstop'tan, Hakeke'den vazgeçemiyorduk.

İlkokuldan sonra İstanbul'a gönderildim. Robert Kolej'de yatılı okumaya. İlk yılımda, Hazırlık 1'de, çocukluğa döndüm. Küçük olduğumuz sürekli hatırlatılıyordu bize. Bahçeye çıkarken yeşil kep giymek, sadece öğretmenlerimizi değil, bizden bir sınıf büyük olanları bile saymak zorundaydık. Hazırlık 2'de okuyanlar, bize çocukmuşuz gibi davranıyorlardı.
Hazırlık 2'ye geçince ben de aynı şeyi yaptım. Yeşil kep giymemiş "küçük" avına çıktım bahçede. Birtakım yetkilerle donanmış bir delikanlıydım artık. "Koca adam" lığa ansızın sıçrama yapmayacak, bu delikanlılık evresinden geçecektim.

Yedek subaylık. İlkokul öğretmenliği. İstanbul'da. Okmeydanı'nda. Dördüncü sınıfta kırk dört çocuk vardı karşımda. Ama onlar kendilerini çocuk olarak görmüyorlardı.
Haksız da sayılmazlardı. Azmi geceleri sinemada gazoz satıp ev geçindiriyordu. Muharrem gün ağarmadan kalkıp kaynakçıya koşuyor, okul saatine kadar orada çalışıyordu. Başka iş yapanlar da vardı. Şark Kahvesi'nde çay taşıyanlar, bakkalda çıraklık edenler. Dikişte annelerine yardımcı olan terzi adayları.
Arkadaşlarından biri bir kabahat işlese, "Kusuruna bakma, öğretmenim," diyorlardı. Gülerek ekliyorlardı sonra: "O daha çocuk."
Ama ders aralarında onlar da saklambaç, seksek oynuyorlar, ip atlıyorlardı.

Yıllar sonra bir çocuk dergisini yönettim. Dergi çocuk dergisiydi, ama okurları ilkokula, ortaokula giden yetişkin insanlardı. Yazıların bakla büyüklüğünde harflerle dizilmesini istemiyorlardı. "Öyle dergiler çocuklar içindir," diyorlardı. Annelerinin, babalarının okuduklarına benzer bir dergi arıyorlardı. Başyazı arıyorlardı, köşe yazarları arıyorlardı. Televizyonda Pembe Panter'i büyük keyifle izliyor, en sevdikleri program sorulduğunda ise, ya Zengin ve Yoksul ya da Charlie'nin Melekleri diye yanıt veriyorlardı.

"Yarının büyükleri" diyoruz çocuklar için. Büyükler için ne desek acaba? "Yarının çocukları" mı?
Yoksa "dün" le "bugün" ün, "yarın" ın birbirine karıştığı bir dünyada,
"çocuk" la "büyük" de aynı zamanı mı yaşıyor?