kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 22 Eylül 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Cumartesi SABAH 
ATİLLA DORSAY

Türk sinemasını kurtarma zamanı

Türk sineması, klasik Türk sineması, bir diğer deyimle Yeşilçam hâlâ seviliyor, hâlâ ilgi görüyor. Ve vaktiyle birçok filmi ucuza kapatmış olan TV kanallarının bunları sürekli göstermesi de bu olayı destekliyor. Yakın zamanda bu her daim popüler filmleri gösteren kanallara Fox da eklendi. Ama orada bir fark hemen göze batıyor: Bu yeni kanal, bu eski filmleri yeni basılmış, pırıl pırıl kopyalardan sunuyor. TRT'nin ve anlı-şanlı büyük kanalların yıllardır yapmadığını yapıyor yani. Ve böylece, diyelim ki Hababam Sınıfı veya Kemal Sunal filmleri başka bir anlam kazanıyor. Ne var ki bu, koca bir denizde bir damla. Türk Sineması yalnızca bu ultra-popüler filmlerden ibaret değil ki... Bir dönemde (1960'lar/70'lerin ilk yarısı) dünyanın en çok film çekilen üç ülkesinden biri olan Türkiye'de üretilmiş birçok ilginç film var. Ama bunlar ortada yok! Yalnızca 40-50'lerin klasiklerini kastetmiyorum. Ama dönemlerinde popüler olmuş daha yakın zamandan sayısız film de hiç ekrana (ve dolayısıyla hiçbir yere) gelmiyor. Diyelim ki Akad üçlemesi, Atıf Yılmaz'ın 'kadın filmleri', birçok kayıp Yılmaz Güney filmi, Halit Refiğ'den Ertem Göreç'e eski ustalar, Ömer Kavur, Erden Kıral, Tunç Başaran, Ali Özgentürk gibi yönetmenlerin hemen tüm çabaları, az ama ilginç filmler yapmış olan Duygu Sağıroğlu, Zülfü Livaneli, Şahin Kaygun gibi ayrıksı sanatçıların yapıtları ortalarda yok. Bir yerlerde var mı, o da meçhul! Bu durumda, bu değerli hazinenin, halkın bağrından çıkmış ve geniş boyutlarıyla onun öz kültürünü en iyi temsil eden bu ürünlerin peşine devletin düşmesi gerekiyor. Bakınız, devletin ilke olarak kültür işlerine hiç el uzatmadığı, bir kültür bakanlığı olmayan, zaten Hollywood'un neredeyse devletten de güçlü olduğu bir ABD'de, çok uzun yıllardır süregelen bir gelenek var: Amerikan Kongresi her yıl belli sayıda klasik filmi seçiyor ve onlar, eskiden geleneksel yöntemlerle, yakın zamanda ise dijital yöntemlerle onarılarak korunuyor, canlanıyor, hayata dönüyor. Ve de ölümsüzleşiyor. Film pelikülünün ne kadar zayıf ve dayanıksız bir madde olduğu bilinirse, bunun önemi de anlaşılır. Elbette diğer ülkelerdeki geleneksel Sinematek'lerden, yıllardır özenle korunan görsel hazinelerden söz bile etmiyorum. Bu uygarlığı artık Türkiye'nin de göstermesi, bir plan-program dahilinde eski filmleri onarması şart. Yoksa Türk Sineması'ndan yarınlara pek bir şey kalmayacak, kalanlar zaten iyice azaldı. Geçmişte hiçbir kültür bakanına bunu anlatamadım. Hatta sinemadan gelen (bir süre Yeşilçam'da çalışmış olan) Erkan Mumcu'ya bile... Yeni bir kültür bakanının hepimizi heyecanlandırdığı şu günlerde, ben bu maruzatımı bu kez sayın Ertuğrul Günay'a duyurmuş olayım. Ola ki bu kez sesim duyulur.