kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 19 Eylül 2007, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Ogün'den önce Hilal vardı, ama kimse türkü yapmadı

Trabzonlu 12 yaşındaki Hilal Coşkuner, yarışı kazanmak üzereyken geri dönüp düşen rakibine el uzattığı sırada;
Birkaç yaş büyük Trabzonlu Ogün S.'yi tanımıyorduk; çünkü henüz "düşman bellediği"ne arkadan sinsice yaklaşıp ensesinden vurmamış, cansız yere düşürmemişti.
Lakin, birileri, "Ogün'ün abisi Yasin Hayal"i çoktan bombacı yapmış, bir masaya resimler sermiş, kalleşçe düşürülecek insanlar seçiyordu.
Trabzonlular bilir; kimi ona kızar, belki kimi bana:
"Bombacı Yasin"e övgü için özel internet sitesi yapanların aklına asla "Hilal için" bir şey gelmemiş; suikastle, cinayetle gurur duyan kimileri, başka Trabzonluların "Hilal gururu"nu muhtemelen hissetmemişti bile.
Yeni hedef gösteren "duygulu" ozanların, türüttürkücülerin diline de ilham vermemişti Hilal.
Hilal, Türkiye'de "olimpiyat ruhu" taşıyanların aklında ise hep varoldu.
Onun "düşene uzattığı el" i önce burada ödüllendirip sonra dünyaya duyurdular:
Memlekette ve memleketinde sadece enseden vurup yere düşürenlerin, bunu övenlerin, buna türkü düzenlerin değil, kazanmaktan vazgeçip düşene koşanların ve bu çocuklarla gurur duyanların, umutlananların da bulunduğunu cümle âleme ilan ettiler.
Bir yıl geçti; Hilal'in boynunda modern olimpiyatların kurucusu Coubertin'in adına "Dünya Fair Play Büyük Ödülü"; bizim yüzümüzde bir gülümseme, içimizde "düşenler, düşürülenler", el verilmeyenler, el vermeyenlerle dolu hüzün.
Bir yıl önce, Hilal'in insanlık koşusunun hemen ardından 19 Kasım'da sıcağı sıcağına Dipsiz Kuyu'ya düşen satırları yeniden yazmak istedim.
Çünkü, biliyorum ki, "En çok onu sevdim" başlıklı o yazı, "Hilal'in ödül yolculuğu" sırasında, bir dosya içinde, sessizce ona eşlik etti. Kenardan, onunla gurur duyup durdu.
"Bu hafta en çok onu sevdim.
Koca koca adamlar her gün konuştu, yazdı, azarladı. Koca koca adamlar her gün boyun eğdi, yaltaklandı, yavşadı.
Koca koca adamlar ve kadınlar yumruğunu, dirseğini, çelmesini, dedikodusunu, hasedini, fitnesini, ihanetini, tuzağını, sinsiliğini, küstahlığını bir başkasını düşürmek, düşeni tekmelemek, tekmelediğini tekmeletebilmek, bir başkasını saf dışı bırakabilmek için kullandı da kullandı.
Ah çocuklar ve gençler! Kimileri; hayat, düzen, ayakta kalma, rekabet, başarı, ödül, hırs, kazanç, piyasa, 'bu işler böyledir' namına ite kaka koşturup büyüdüler de küçüldüler.
Haberler, dizi diziler, yarışmalar, tartışmalar, tepeden tırnağa, yukarıdan aşağıya 'enayi' olmamayı, 'uyanıklık' yapmayı, 'profesyonelce' davranmayı telkin ederlerken; en çok onu sevdim.
Bir 'teselli' gibi gülümseyiverdi.
Hilal Coşkuner, 12 yaşında Trabzon 24 Şubat İlköğretim Okulu öğrencisi.
Kenan Taşkın, SABAH'ın iç sayfasındaki haberinde, Hilal'in yaptığını ve yapmadığını duyurdu:
Kros yarışında önde koşuyordu. Son 200 metreye önde girmiş, birinciliğe gidiyordu. Arkasındaki 'başka okuldan rakibi' çığlık atarak yere yığıldı. Hilal, finişe koşmak yerine geri döndü. Düşen Sibel'in yanına gitti. Elini verdi. Kaldırmaya çalıştı. Rakibi baygındı. Sonra doktor geldi.
Hilal 'yarış'ı kaybetti. Bu sözde ortak, tuhaf, amansız hayatımız ise Hilal'i kazandı.
Kazanacakken düşene elini uzatıp yarıştan vazgeçebilen 12 yaşında bir çocuk ne milli geliri artırdı, ne ihracatı, ne Borsa'yı yükseltti.
İleride umarım büyük damgalar vurur, hem de bu tevazuu ile; bize şunu hatırlattı:
Sen koşarken, olur a, arkanda yere düşen biri varsa, elini uzatabilirsen, hiç kötü olmaz.
Bu, yapılabilir; evet, bu da yapılabilir.
Ne iyi ki, şu amansız itiş kakış, hor görme ve aşağılama silsilesi yanında, Hilaller de var.
Onlar varsa, hep ümit de var.
Bu hafta en çok onu sevdim bu yüzden."
Bir yıl sonra, yine öyle.