kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 18 Eylül 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Solun kaderi

Kural bozulmadı. Son dönemde Avrupa'da seçime giden tüm ülkelerde olduğu gibi, Yunanistan'da da sandıktan sağ iktidar çıktı.
Oysa sol muhalefetin, yani Yorgo Papandreu liderliğindeki PASOK'un seçimi kazanmasını sağlayacak tüm koşullar vardı.
Kostas Karamanlis'in başbakanlığındaki merkez sağ Yeni Demokrasi iktidarının her ne kadar yüzde 4 gibi iyi bir büyüme hızı yakalamış, 200 bin kişiye iş yaratmış ve bütçe açığını aşağı çekmiş olsa da karnesi kırıklarla doluydu: Halkın yüzde 20'si yoksulluk sınırı altında yaşıyor, aileler borç yükünde eziliyor (11 milyon nüfusun bankalara toplam bireysel borçları 100 milyar avroya dayandı). Buna müthiş bir mali skandalı (Sosyal güvenlik fonlarının borsa şirketlerine aktarılıp getirisinin cebine indirilmesi), ayyuka çıkan adam kayırmacılığı ve nihayet hükümetin Yunanistan tarihinin en büyük orman yangınıyla mücadeledeki dehşet verici beceriksizliği ekleyin...
Muhalefetin seçimi kazanması için bundan daha ideal ortam olur mu? Ama kazanamadı PASOK. Kazanmak bir yana oyu geriledi: Yüzde 40.55'ten 38.2'ye. Tabii milletvekili sayısı da: 117'den 102'ye. Şimdi Papandreu olağanüstü kurultaya giderek güven tazelemeye çalışacak.

Sosyal demokrasi krizde
Peki PASOK kazanabileceği, hatta parti içi muhalefetin ifadesiyle "Kazanması gereken" seçimi neden yitirdi? Cevap: Türkiye'de CHP, Almanya'da Sosyal Demokrat Parti, Fransa'da Sosyalist Parti neden kaybettiyse, PASOK da ondan kaybetti. Kendini yenileyememekten. Tıkanıp kalmaktan. Merkez sağ ideolojisini gözden geçirip neoliberal kimliğe bürünürken, solun eski söylemlerde ve politikalarda kalmasından.
Siyasal bilimciler buna "Sosyal demokrasinin 20'inci yüzyıldan 21'inci geçememesi" diyorlar. Bu, tek kutuplu çağda hâlâ iki kutuplu dönemin sol anlayışının devam etmesi, sınırları "Demir Perde" ile ayrılmış dünyadaki alışkanlıkların sınırların kalktığı dünyada sürdürülmeye çalışılması demek oluyor.
Kısacası, sosyal demokrat hareket ne küreselleşmeye uyum sağlayabiliyor, ne de onun getirdiği sorunlara cevap bulabiliyor.
Ulus devletlerin zayıfladığı, piyasa diktatörlüğünün gücünü her gün daha da pekiştirdiği, sendikaların siyasal ve sosyal hayatın önemli aktörleri olmaktan çıktığı, işçi sınıfının nitelik değiştirdiği, acımasız rekabetin at koşturduğu günümüzde sol, köhne politikalarıyla toplumun hiçbir kesimine hitap edemiyor. Ne işsizlere, ne yoksullara, ne dar gelirlilere, ne orta sınıfa.
Üstelik Fransa'da Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin başarılı örneğinde görüldüğü gibi, neo-liberal sağ, solun geçerli fikirlerinden ve simge isimlerinden işine gelenleri yanına çekerek, sosyal demokrasinin içinin boşalmasına ölümcül katkıda bulunuyor.
Çözüm? Son dönemde solun tek seçim başarısı olan İtalya formülünden -hiç değilse- esinlenmek. O formülün üç ayağı var: Önce solda birlik. Sonra bu birliği sürükleyebilecek güçlü bir lider. Ve nihayet yeni fikirler, yeni politikalar. Ama özellikle üçüncüsü. Örneğin Almanya'da halk desteğini Angela Merkel'in Hıristiyan Demokrat Partisi'ne, üyelerini de Oscar Lafontaine'in Sol Parti'sine kaptıran Sosyal Demokrat Parti şu sıralar bunu yapıyor; "Küreselleşme çağında nasıl bir sosyal demokrasi" sorusuna yanıt bulmaya çalışıyor.
Bu arayışlar yapılmazsa ve arayışlardan yeni bir sentez çıkmazsa, sağ tüm seçimlere "Formula1" terimiyle söylemek gerekirse "Pol pozisyon"da girmeye devam edecek. Her zaman ve her yerde. Tabii Türkiye dahil.