kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 16 Eylül 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Bu fotoğraf, 1982 yılına ait. Harbiye'den Dolapdere'ye inen sokağın merdivenlerinde, 12 Eylül döneminin bıçkın üniversitelileri var.

Aynı merdivende 25 yıl yaşlanmış üniversiteliler

DOĞAN SATMIŞ
Bugünün usta gazetecileri, 25 yıl öncenin M.Ü. Gazetecilik Yüksekokulu öğrencileri... Onlar, Dolapdere'de, artık bir tekstil atölyesi olan okullarını geçen hafta ziyaret edip, duygusal anlar yaşadılar.....
İLİŞKİLİ HABERLER
Aynı merdivende 25 yıl yaşlanmış üniversiteliler
Geçtiğimiz günlerde, İstanbul Harbiye'de, Orduevi'nin karşısında Dolapdere'ye inen daracık sokağın sonundaki 30-40 basamaklı merdivenlerde tarih bir kez daha tekerrür etti. 25 yıl önce, merdivenleri birer üniversiteli olarak tırmanan gençler, şimdi 40'lı yaşlarında olgun beyefendi ve hanımefendiler olarak bir araya geldiler. Buluşma iki saat sürdü, herkes hoşnut ayrıldı ve ortaya yandaki fotoğraflar çıktı. Her şey e-mail zincirine atılan bir mesajla başladı. Eski adıyla Marmara Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu, yeni adıyla İletişim Fakültesi mezunlarının bazılarında, şu anda yerinde bir tekstil fabrikası bulunan eski binanın yanındaki merdivenlerde, 25 yıl önce çekilmiş bir fotoğraf vardı. Acaba 25 yıl aradan sonra aynı yerde, aynı insanlarla yeni bir fotoğraf çektirilebilir miydi? Fikir gerçekten iyiydi, "Hadi yapalım" denildi, tarih belirlendi. Ve bir arkadaş, "Şu anda aramızda olmayanlar, bu buluşmaya fotoğrafları ile katılabilir" görüşünü ortaya attı. Okulun mezunlar derneği İLMED'in Başkanı devreye girdi, eski mezunların fotoğrafları toplandı. Sonuçta gün geldi çattı, 8 Eylül Cumartesi günü eski okul binasının önünde biraz mahçup bir havada toplanmaya başladık.

YAŞAMANIN BEDELİ
Oraya gittiğimde dikkatimi ilk çeken şey, duvardaki dev poster oldu. Ölen arkadaşlarımızın resimleri, bu dev posterde yer alıyordu. Her yıl biraz daha yaşlanıp, kilo aldıklarını yakından gördüğüm arkadaşlarımın tersine, posterde 25 yıl önce çekilmiş yıllık fotoğrafları ile ölen arkadaşlarımız hâlâ gencecik duruyorlardı. Yaşayanlar, bunun bedelini yaşlanarak, şişmanlayarak, saçını dökerek, cazibesini yitirerek ödüyorlardı. Kimi trafik kazasında, kimi 12 Eylül sonrası siyasi kavgalarda, kimi 1999 depreminde, kimi de Azrail'in hastalıkları bahane ederek elini çabuk tutmasıyla aramızdan ayrılanlar ise, duvarda 20 yaşlarındaki gençlikleri ile duruyorlardı. Bunların en yaşlısı olan Kemal Sunal bile (ki kendisini okulda ben hiç görmemiştim), en fazla 30'lu yaşlarının ortasında çekilmiş bir fotoğrafıyla genç gözüküyordu.

FERRARİ, ÇAY VE SİMİT
Gelenler artıyordu. Olaydan habersiz sokaktan geçen ise, "Burada film mi çevriliyor?" diye soruyordu. Her gelen, belki de yıllardır karşılaşmadığı kadim arkadaşını öperken, değişik sınıflardan insanlar köşelerde kümelenmeye başladılar. Bizim 25 yıl önce öğrenci olarak aşındırdığımız sokak, kenarında büyümüş birkaç ağaç dışında aynen duruyordu. Sadece bazıları, "Yahu bu sokak amma darmış" diye şaşkınlığını dile getiriyordu. Halkla İlişkiler Derneği Başkanı Fügen Toksü, "Okul yolunu unutmuşuz bile, ancak sorarak gelebildim" dedi. Bizim yıllarda okul çevresini saran kahvehaneler artık yoktu. Tekstil atölyesine dönen okulun, bize kantin olarak hizmet vermiş şu andaki garaj bölümü ise çok hareketliydi. Garajın içinde en çok dikkat çeken ise, siyah Ferrari'ydi. Ferrari'nin sahibi, "Ulan bu okulda okudunuz da ne oldu? Ben sizin okulu alıp, kirli, pis bir atölyeye dönüştürdüm ve Ferrari'ye biniyorum, siz sadece bakıyorsunuz" der gibi, ikide bir kalabalığın doldurduğu sokaktan geçiyordu. Dernek yöneticisi arkadaşlar, bir köşeye yığınla simit ve bir çay ocağı kurmuşlardı. Ocağın önünde de uzun bir kuyruk vardı. Bizden olmayan genç bir çocuk, "Burada çaycı bile 25 yıllık abi" diyerek alay ederken, bir gerçeği itiraf etti. Evet, çay ocağında da okuldan kalma çaycımız duruyordu. Eskiden farklı olarak, demli çayını bu kez plastik bardaklara dolduruyor, plastik kaşıkla servis yapıyordu ve çaylar beleşti. Önce arkadaşlarla buluşma faslı, ardından çay ve simitler bitti.

VAHAP MUNYAR-CELAL PİR
25 yıllık mezunların en ünlülerinden, NTV sunucusu Celal Pir, heyecanla Las Vegas anılarını anlattı. Yakışıklılığı, peşpeşe yaptığı düğünler ve pahalı makam arabalarıyla erkekleri her zaman özendiren Celal, üzerindeki gömleğin arması yüzünden Vegas kumarhanelerinde çok ilgi gördüğüne hepimizi inandırdı. Cumhuriyet mitinglerinde bir hayli yorulan, ancak 22 Temmuz seçiminden beri tatil rehavetinde olduğu için dinlenmiş gözüken Vatan köşe yazarı Mustafa Mutlu, okuldan arkadaşımız olan eşiyle el ele gözükürken Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'na hiç girmemeye özen gösterdi. Sıra fotoğraf çekimine geldi. Örgütçülüğü, arkadaş canlılığı, her koşulda herkesin işine koşması ve çalışkanlığıyla sadece bizim okulun değil, tüm Türkiye'nin en popüler isimlerinden olan ekonomi gazeteciliğinin duayeni, Hürriyet yazarı Vahap Munyar'ın geleceği de öğrenildikten sonra herkes merdivenin en önünde yer kapmak için ani bir atağa kalktı. Ben, yakın arkadaşlarımın önden iyi bir yer kaptığını uzaktan görünce biraz ağırdan aldım. Ne de olsa yerim garantiydi. Basamaklar tümüyle doldu ve herkes, önde fotoğraf çeken muhabirlere kendi kameralarını vererek, "Bununla da çek, bununla da çek," diye bağırıyordu. O anda, aramızda olmayan arkadaşların fotoğraflarının unutulduğunu fark ettik. Mahçubiyeti çabuk atlatıp, ölen arkadaşlarımızın fotoğraflarını, kimsenin görünmesine engel olmasınlar diye iki kenara dağıttık. Yine fotoğraflar çekildi.

BİNBAŞI DAYAĞI
Bir süre daha aramızda sohbet ettik ve sıra, tekstil fabrikası okulumuzun katlarını dolaşmaya geldi. Gruplar halinde içeri girdik. Sağolsunlar, tekstil fabrikası çalışanları bize güler yüz gösterdiler. Bizim dönemimizde duvarlarla sınıflara ayrılan katlar, tek parça halinde konfeksiyon makine veya ürünleri ile tıka basa doluydu. Bir arkadaşımız, 12 Eylül'ü izleyen günlerde okulda görevli binbaşıdan, eşek sudan gelinceye kadar yediği dayağın yerini gösterdi. Yıllardır öyküyü defalarca dinlediğim halde ben, "Allah Allah, burası mıydı?" diye şaşırdım. Aklıma, 12 Eylül döneminde bir 10 Kasım'da Atatürk'le ilgili konuşma yapmak isteyince, örgütçü arkadaşlar tarafından nasıl tehdit edildiğim geldi. (O arkadaşlar da gelmişti zaten.) Dayak yiyen arkadaş, "Merdivenler hiç değişmemiş, sadece karo vardı, mozaik olmuş," dedi, inandık. Okulu gezme de bitti. Çıktık. Biraz daha arkadaşlarla sohbet ettik. Biri, "Acaba akşam için bir şeyler mi yapsak?" dedi, öteki "Hayır bizim misafirlerimiz var," dedi. Ben de, "Bizde de misafir var," dedim. Aslında, birkaç gün gecikmeyle aile arasında doğum günümü kutlayacaktım, ama bunu açık etmedim. Kimi öpüşerek, kimi el sıkışarak herkes tek tek ayrıldı.
Haberin fotoğrafları