kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 9 Eylül 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU
Dipsiz Kuyu

Fazla konuşma... Hatta hiç konuşma!

Hani "düşünce ve ifade özgürlüğü" filan deniyor ya;
Hani kimimiz bunu sadece birtakım anti-demokratik kanunların kısıtlamasından ibaret, 301 denen bir "felaket" sayıyor ya;
Hakikaten hikâye!

Milyonlarca ama milyonlarca insan, aklından, vicdanından geçeni;
İçini acıtanı, canını yakanı;
Gördüğünü, bildiğini;
Esas söylemek istediğini;
Bir haykırabilsem dediğini;
Yüreğinde patlayan feryadı;
Tamamen kendisini, kendi halini duyurabilmekten, ifade etmekten dahi men edilmiş durumda.

Kimi zorla kabullenmiş.
Kimi gönüllü.
Kimi yutkunuyor, hıçkırıyor, diş gıcırdatıyor.
Kimi gülüyor, oynuyor; zaten ne diyebileceğini dahi unutmuş.
Kimler derseniz;
"Düşünce, çalışma, hayat ve ifade köleliği" kafasına çakılan tersane işçisi Dilaver Ayna' dan başlıyor, ne bileyim işte, "Biat kültürü" ne en çok isyan eder görünene, en mutlu, en özgür sayılanlara, bence Ertuğrul Özkök' e kadar gidiyor.
Arada, çok çoklar.
Feodal kalıntıların aşiret kölelerinden töre esirlerine kadar.
Hadi onlar zaten "geri" toplumsal durum ise, aha demokratik çağdaş kapitalizmin işyeri kölelerinden cumhuriyetçi ordudaki alttakilere kadar.
"Demokratik" partilerin parmak kaldırıcılarından sözde muhalif kimi örgütün gık diyemeyenlerine dek.
"Basın özgürlüğü" kalesi medyada sesi zaten çıkamayandan, sesi yüksek gözüktüğü halde içinden geldiği gibi şarkı söyleyemeyene, asıl sözleri unutana, unuttuğunu umursamayana kadar.
Neyle iştigal ediyorsunuz, bilmiyorum.
İşiniz, durumunuz gereği, belki dilediğiniz gibi konuşuyorsunuzdur.
Haklısınız o zaman; yazı size göre değil.
Siz yazıyı boş verin; yazı iyi bitirin.
Lakin, belki altınızda, belki yanınızda, belki karşınızda, belki de siz, bizzat kendiniz, "gördüğünü, düşündüğünü, yaşadığını, mağduriyetini, başına geleni, uğradığı haksızlığı, gördüğü baskıyı" ifade ederse, etmeye yeltenirse;
Hayatın, sistemin, ekonominin, işin, kurumun, şirketin "bin bir 301" inden biri tepesine iniveriyor.
Buna "Mafya düzeni" denmiyor; susturmaya da "Omerta"
diyen yok.
Adı sivil veya askeri disiplin oluyor, işyeri düzeni, ast üst ilişkisi,
"burası babanın malı mı", "çek git" oluyor.
Bir yerde iki dudak arası üç hafta oda hapsi, bir yerde iki parmak arası işten kovma oluyor.

"Tersane işçisi Dilaver Ayna", yanı başında ölen iş arkadaşı Bekir Özmen için Sabah'a "Elektrik çarptı" dediği için, "Kalp krizi" yazıveren doktor raporundan ayrık düştüğü için, anladığım kadarıyla işten atıldı.
Konuyla ilgiliyiz ya, sağ olsun beni de arayıp "Tersanelere dikkat çektiğiniz için teşekkür ederiz. Duruma el koymak üzere Tuzla'ya gidiyorum" diyen Çalışma Bakanı Çelik bunu duydu mu, umursadı mı, bilmiyorum.
Muhtemelen Ayna'nın kenarda hiç parası yoktur, işten atılması, "ifade özgürlüğünün cezalandırılması" memlekette, AB'de, ABD'de, nice cemiyette, cemaatte hiç yankılanmayacak, ne cumhuriyetçiler ne demokratlar dert edecek.
Ama kimi ünlü gazeteciyle, yazarla bir hali paylaşıyor:
"Konuşmanın bir sınırı var!
Onlar da fazla konuşunca işten atılabiliyor, pek çok (çok) konuşan dahi neyi hiç konuşmaması gerektiğini biliyor ve asıl konuşması gerekenleri hiç konuşmayarak yılları devirebiliyor.
Ve Sayın Ayna; ne tesadüf ki, öyle gazeteciliğe de, "Hayatın, gerçeklerin aynası" deniyor.

Giderek daha çok inanıyorum:
Hakiki ve samimi demokratikleşme; demokrasi mücadelesi; vicdan, düşünce, ifade özgürlükleri ile insan hakları ufku;
Milyonlarca insanı "susturan", can acısını konuşsa dahi cezalandıran sivil ve askeri düzenler; özel sektör, piyasa ve devlet zincirleri; geleneksel ile sözde çağdaş buyruk ve biat hiyerarşileri, köleci zihniyetler mesele edilmeden, her gün ama her gün didiklenmeden mümkün değil.
Çünkü başka türlü çok eksik, çok lüks, çok azınlık, çok palavra kalıyor.
Çünkü milyonlarca ayna çok zayıf, çok kırılgan!
Farkında olsalar da, olmasalar da.