kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 28 Temmuz 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Cumartesi SABAH 
REFİK DURBAŞ

Resim ile şiirin kardeşliği...

Nektar, 40'lı yıllarda İstanbul Beyoğlu'nda, zamanın şairlerinin uğrak yeri, üç katlı bir meyhanedir. Bin Bir Gece Denemeleri yazarı Salah Birsel'e göre "Yerkatında dünyasını büyütenler arasında zaman zaman Agop Arad, Fethi Karakaş, Ferruh Başağa, Avni Arbaş, Mümtaz Yener gibi ressamlar da boy gösterir."
Bu, bir anlamda şairler ile ressamların işbirliğinin de göstergesidir; ki bu işbirliği neredeyse 60'lı yıllara kadar sürecektir. Çünkü meyhane ya da o yılların yine ortak mekânları pastane ve kahvelerde şairler ile ressamların birlikte olmaktan gelen bu işbirliği, kimi kitaplara 'desen' biçiminde güzelliklerini yansıtacaktır. Kitaplığımda o yılların kimi şiir kitaplarına bakıyorum. İşte, 1952 tarihli Oktay Rifat'ın Aşağı Yukarı kitabı: Resimleyen Füreya Kılıç... İşte Melih Cevdet'in yine 1952 tarihli Telgrafhane kitabı: Resimleyen Bedri Rahmi Eyuboğlu... İşte, 1953 tarihli Asaf Halet Çelebi'nin Om Mani Padme Hum kitabı: Kapak kompozisyonunda Fikret Ürgüp'ün imzası var. Kitabın resimleri ise Fahrünnisa Zeid, Selim Turan, Arif Kaptan ve Fikret Ürgüp'e ait. Yine ressam Burhan Uygur'un şair Can Yücel'in Rengahenk ve Gülseli İnal'ın Sulara Gömülü Çağrı kitaplarının resimleri... Benim, 1984 yılında yayınlanan Siyah Bir Acıda kitabım Tan Oral'ın; bir yıl sonra çıkan Yeni Bir Defter Şiirler Meçhul Bir Aşk kitabım ise Asım İşler'in desenleriyle bezelidir. Yukarıda adları geçen kitapları süsleyen desenlerin ortak özelliği ise şiirlerden bağımsız olarak kendi varlıklarını sürdürmeleri... Bir başka deyişle, günümüzde çocuk kitaplarında olduğu gibi ressamlar, şiirleri resmetmiyor; kendi duygu ve düşüncelerini desenleri aracılığıyla aktarıyor. Şair ile ressamın işbirliği de işte bu noktada ortaya çıkmış oluyor. Nicedir yazmak istiyordum; son yıllarda Semih Poroy, özellikle Varlık dergisinde hemen her sayı yer alan desenleriyle 'edebiyatçı' bir çizer olarak varlık gösteriyor. Poroy'un duruşu da 40'lı, 50'li yılların ressamları gibi bir şiiri, bir yazıyı, bir metni 'resim'lemekten öte, kendi duygu ve düşüncelerini çizgilerine aktarmasıyla belirginlik kazanıyor ve Poroy bunu da 'edebiyat'ı öne çıkararak yapıyor. Mesela, Varlık dergisinin temmuz sayısında çıkan çizgileri... Bir kadın, daktilosu başında yazı yazarken daktilonun tuşları arasında bir adam, kadını gözetliyor. Düz bir 'edebiyat' yazısı. Ama 'i' harfinin noktası yerinde, içinde 'şiir' yazan bir taç. Şiir'in edebiyatın en özgün, en yüce bir dalı olduğunu bundan daha güzel ne anlatabilir? Ahşap evlerin oluşturduğu bir ara sokakta, bir cumbadan ötekine gerilen iplerde çamaşırlar değil de üzerine şiirler yazılmış dosya kağıtları asılı. Merak ediyorum Semih Poroy, bu desenlerini ne zaman sergileyecek ya da bir albümde bir araya getirecek? Değerleri, topluca görüldüğünde asıl o zaman anlaşılacak çünkü...