kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Temmuz 2007, Perşembe
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
SOLİ ÖZEL

İkinci perde

Beş yıl önce yapılan seçimleri büyük depremlerden sonra gelen tsunamilere benzetmek doğru olurdu. Türkiye'de 1980 rejimi tarafından kurulan yapı içten içe çürümüş, ülkenin ekonomik olarak dünyaya açılmasıyla harekete geçen toplumsal değişim giderek Türkiye'nin hayatına ağırlığını koymaya başlamıştı. Yerleşik iktidar yapıları sarsılıyor, ülkede elli yıl egemen olmuş sermaye birikimi modeli de iflas ediyordu. Ekonomik ve toplumsal değişimi anlamayan, anlamamakta ısrar eden dolayısıyla da buna uygun siyaset üretemeyen yerleşik partiler ülkeyi krizden krize taşıyordu.
2001 ekonomik krizi tabuta son çiviyi çaktı. Siyasal ve ekonomik değişim olmadan bir yere gidilemeyeceği ortaya çıktı. Değişimin çerçevesini IMF ve AB programları çizdi. Denizin bittiğini gören Ecevit koalisyonu süreci başlattı. Ardından iktidara gelen 28 Şubat postmodern darbesi ardından esaslı bir kırılma yaşayan İslamcı hareketin genç ve dışa açık kanadı uygulanacak programın aktörü olarak ortaya çıktı. AKP, çıkarları aynı hatta bazen benzer dahi olmayan, yükselen Anadolu sermayesinin, şehir çeperlerindeki nüfusun, sistemden sıtkı sıyrılmış olanların beklentilerini siyasete taşıdı.

Toplumsal koalisyon
AKP'nin iktidara gelmesi Türkiye'de sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda başlamış iktidar kaymasının siyasal alana da yansıması anlamına geliyordu. AKP tıpkı 1950 yılında DP örneğinde görüldüğü gibi siyasette yeni bir mevzilenme anlamına gelen geniş bir toplumsal koalisyonun temsilcisi oldu. Beş yıllık iktidar sonucunda gene tıpkı DP örneğinde görüldüğü gibi ülkenin her yöresinden destek alan ulusal bir parti haline gelerek yeniden mevzilenmeyi konsolide etti. Bunu başarabilmesi karşısında bir iktidarın arzulayabileceği en iyi muhalefeti yani CHP'yi bulmasının da büyük payı vardı.
AKP'nin yükselişinde Türkiye'deki derin dönüşümün etkisi büyüktü. Parti ülkedeki yeni sosyolojiyi anladığı gibi birbirinden farklı çıkarlara da hitap edecek politika ve söylemlere sahipti. Bundan dolayı CHP'nin ve destekçilerinin yaptığı gibi ilk yükselişi de şimdiki başarıyı da yalnızca laiklik çerçevesinde anlamak meseleyi anlamamak olacaktır.

Askeri vesayetli demokrasi
Seçimde belli ki bir yandan ekonominin performansından memnun olanlar, bir yandan askeri vesayet altında demokrasi istemeyenler AKP'ye yeniden ve daha güçlü iktidar verdi. Güneydoğu'da AKP'nin DTP'yi bazı yerlerde ezerek geçmesi Türk siyaseti açısından muazzam bir demokratikleşme fırsatı ve meydan okumayı gündeme getirdi. Ayrıca Kürtlerin normalleşmek istediği, tek temsilcilerinin DTP olmadığı ve bu partinin mesajı doğru algılaması gerektiği ortaya çıktı.
Bu bağlamda siyaseten AKP'nin gerçekten sivil bir anayasa yapmaya çalışıp çalışmayacağı, çoktandır boşladığı demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü hedefine dönüp dönmeyeceği büyük önem taşıyor. AKP'nin bu zaferinden sonra bile, önündeki yegane gerçekçi seçenek de siyaseti açmak oluyor.
Erken seçimlere Türkiye, Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyenlerin zorlamasıyla gitti. İktidar partisinin o süreçteki hataları ne olursa olsun yapılan kabul edilemeyecek bir fauldü. Ancak Türkiye demokratik sistemden de vazgeçemediğinden millet konuya taraf haline geldi. Muhtıraya cevap seçimde AKP zaferi olarak şekillendi. Gül de yeniden aday olacağının işaretini verdi.
Gül aday olduğu taktirde seçilecektir. Ne MHP ne de CHP yeni bir seçimi zorlama lüksüne sahip değiller. Bir darbenin ise meşruiyet zemini yoktur. Siyasiler bu gerçekler çerçevesinde işini yapmak zorundadır.