kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 7 Temmuz 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Ne istiyoruz?

Her şey içe geçti: Cumhurbaşkanı seçimi, genel seçim, referandum, cumhurbaşkanının yetkileri...
Bu kargaşadan siyasal kaos değil, rayına oturmuş demokratik düzen çıkması için öncelikle iki konuda anlaşmak, geniş bir uzlaşmayı sağlamak zorundayız:
1- Parlamenter demokrasinin sürmesini mi istiyoruz, yoksa yarı başkanlık veya başkanlık rejimine geçmeyi mi?
2- Cumhurbaşkanını halkın seçmesini mi istiyoruz, yoksa Meclis'in mi?
İkinci sorunun yanıtı ilk sorudaki tercihler için de belirleyici olacak.
Yeni cumhurbaşkanı halkın oylarıyla seçilecekse bugün Anayasa'da sayılan yetkilerine yenilerini eklemek şart. Hiç değilse Meclis'i feshetme yetkisi de olmalı.
Yok, yeni cumhurbaşkanını Meclis seçecekse, bugün sahip olduğu yetkiler fazla, çok fazla.
"Hem halk seçsin, hem de yetkileri aynı kalsın" deniyorsa, anayasa hukukunda böyle bir sistem yok. Zaten Cumhurbaşkanı Sezer de Anayasa değişikliği paketini veto gerekçesini o görüşe dayandırdı: "Hiçbir ülkede örneği görülmemiş, duyulmamış yeni bir sistem getiriliyor. Parlamenter modelden uzaklaşılıyor ama başkanlık ya da yarı başkanlık modeli özellikleri de getirilmiyor."

Meşruiyet krizi çıkar
AK Parti'nin önerdiği veya istediği gibi, "Hem halk seçsin, hem de yetkileri azaltılsın" deniyorsa, o zaman cumhurbaşkanını halkın seçmesine gerek yok. Çünkü halk kendi oylarıyla seçilen cumhurbaşkanının yetkisiz olmasını veya yetkilerinin "Devleti temsil"le sınırlandırılmasını kabullenemez. O kabul etse gücünü halkın çoğunluğunun oylarından alan cumhurbaşkanı Meclis'in güvenoyuna dayalı hükümet ile başbakandan daha geniş meşruiyete sahip olduğunu savunarak, yetkilerini artırmak, yeni yetkiler ihdas etmek için icra organı ile bilek güreşi başlatır.
Evet, biz ne istiyoruz? Yarım veya tam başkanlık sistemi mi, parlamenter demokrasi mi?
Kişisel olarak tercihimizi -daha dünkü yazımızda- parlamenter demokrasiden yana koyduk. Zaten AK Parti'nin başkanlık sistemi önerisini geri çekmesinden sonra hemen tüm partiler de bu modelin devamından yana mutabakat çizgisine geldiler.
Yani güçlü bir yasama ve yürütme organı ile yetkileri daraltılmış cumhurbaşkanlığı makamından yana irade beyan ettiler.
Neden? Erklerin ve o erkleri temsil eden kişi, kurum ve organların yetki çatışmasına girmemelerinin biricik çözümü o olduğu için.
Bu çatışmaların Türkiye'yi bir daha anayasal, siyasal ve devamında da ekonomik krize yuvarlamamasının tek sigortası o olduğu için.

Meclis'in tarihi tercihi
Ancak... 21 Ekim'deki referandumda sandıktan "Cumhurbaşkanını halk seçsin" kararı çıkması olasılığı son derece yüksek olduğuna göre, yeni parlamento öncelikli görevlerini (Meclis başkanlık divanını oluşturmak, otomatik olarak feshedilip 3 ay içinde yeniden seçime gidilmesini istemiyorsa 11'inci cumhurbaşkanını seçmek gibi) yerine getirdikten sonra tarihi bir tercihte bulunmak zorunda kalacak:
* Ya önce referandum öngören Anayasa değişikliği paketini iptal edecek. Hemen ardından da cumhurbaşkanının yetkilerini azaltacak.
* Ya da referanduma gitmeden önce rejimin tüm dengelerinin (Yasama, yürütme, yargı, cumhurbaşkanının görev, yetki ve sorumlulukları) yeni baştan kurulacağı köklü bir anayasa reformu yapacak.
Üçüncü seçenek yok.
Gelin, adını koyalım: Yönetilebilir demokrasi istiyorsak, cumhurbaşkanını halk seçecekse Çankaya'nın, Meclis seçecekse başbakanın yetkilerini artırmak zorundayız. Bir başka deyişle, icranın başının kim olacağını belirlemek zorundayız.
Karar verelim, biz ne istiyoruz?