kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 30 Haziran 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ÖZAY ŞENDİR

Ege'de batmak

Günlerce can çekişen bir taş ustasının son nefesini ancak yardımcısı kulağına "usta paydos" diye bağırdığında verdiğini anlatan bir öykü vardı.
Santorini'nin eski limanında miskin miskin batan ve kırmızıya çalan akşam güneşi altında bu öykü aklıma nereden geldi acaba?
Saklambaç oynarken söylediğimiz gibi önümün arkamın sağımın solumun aşık daha doğrusu çiftlerle dolu olması mı sebep?
Bunu düşünürken aşık ve çift kelimelerini eşanlamlı kullanmadığımı fark ettim.
Hatta aşkın yakıcılığı ve dünyayı iki kişi yaşama güdüsü nedeniyle sevgiyle bile eş anlamlı olmadığını...
Biliyorum yaptığım Amerika'yı belki milyonuncu kez keşfetmek ama kulağımda içinde nereden geldiğini bilmediğim bir "paydos" bağırtısı...
Masalara oturmuş bir sürü çift var. Ne konuşuyor, ne de aynı yere bakıyorlar.
İçimde kocaman bir bağırma isteği "usta paydos..."
Ekranımda açık olan arama motoruna "unutulmaz aşklar" diye yazdım.
Onlarca, yüzlerce isim çıktı karşıma.
Neredeyse tamamı yarım kalmış ya da bildik tabirle vuslata ermemiş aşklar...
Aşkları, sevgileri büyük kılan kavuşamama duygusu mu?
Kavuşup da büyük kalabilen aşk ya da sevgi yok mu?
Aragon ile Elsa örneğim vardı eskiden.
Sonra bir edebiyat dergisinde Elsa'nın genç aşıklarını ve Aragon'un değişen cinsel tercihlerini okumuştum.
Çevremdeki masalar biri hariç hep aynı... İçimdeki bağırma isteği artıyor "usta paydossss..."
Çevremdeki masalardan farklı olan tek masadaki çift sarsıla sarsıla ve bunu herkesten saklamaya çalışarak ağlıyordu.
Ağlarken birbirlerine sarılıyor, büyük bir hasretten yeni kurtulmuş gibi birbirlerini öpüyorlardı.
Önce bitmekte olan bir yaz aşkı bu diye düşündüm, sonra aynı motora bindiklerini görünce anladım ki iş öyle değil...
Acaba dertleri neydi ya da paylaşamadıkları?..
İnsan öfkelenir kimi zaman, kimi zaman kırılır, kimi zaman pireyi deve yapar ya da içindeki deveyi pire yapma isteğinin tükendiğini fark eder.
Hal böyleyken insan birbirine böyle sarılmaz, birbirini bu kadar hasretle öpmez ya da böyle sarsıla sarsıla ağlamaz...
İçimde "usta paydos" diye bağırma isteği ve kocaman bir merak...
O hangi sebeptir ki böyle etten et kopar gibi ağlamak ve sonra birbirinin kollarında teselli bulmaya çalışmak...
Hayat garip, tam karşı masamda da andropoz yıllarının sonunda bir adam ve ergenlik döneminin sonunda olan bir kadın oturuyor.
Onlar gülüyor, diğerleri ağlıyor.
İlk bakışta gülenler mutlu, ağlayanlar mutsuz diye okunabilir bir tablo.
Oysa güzel olan en zor anda birbirine sarılmak, birbirinden güç almak değil mi?
Santorini'de ne dağdan gelen kekik kokusu var ne de baş döndüren bir yasemin kokusu...
Hayat dediğimiz şey eksikler toplamı mıdır, yoksa fazlalıklar mı?
O eski iskelede geçirilen birkaç saatten öğrendiğim bir şeyler oldu aslında...
Adlarını, hikayelerini bilmediğimiz ama Aragon ve Elsa'dan çok daha gerçek ne çok öykü var...
O öyküler olduğu sürece susmak ve "usta paydosss" dememek lazım galiba...