kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Haziran 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Günaydın 
YÜKSEL AYTUĞ

Ondan daha çaresiz olamazsınız!..

ASLINDA bugün sizlere yaşayan televizyon efsanesi, yıllık 300 milyon dolarlık kazancıyla dünyanın en zengin siyahi kadını, ABD'li program yapımcısı ve sunucusu Oprah Winfrey'in başarı formülünü anlatacaktım. Kişisel gelişim uzmanı değerli dostum Mümin Sekman'ın son kitabı İnsan İsterse - 2 / Azmin Zafer Öyküleri'nden alıntılayarak... Mümin, yazar Nüvide Tulgar'a Oprah araştırması sipariş etmiş. Tulgar da enfes bir derleme ve yorumla bu efsanenin doğuşunu ve yükselişini belgelemiş. Peki neden Oprah? Çünkü Mümin, konuştuğu ünlü kadınlara "Kim olmak istersiniz?" diye sorduğunda Hülya Avşar'dan İpek Tuzcuoğlu'na, Deniz Akkaya'dan Seray Sever'e kadar hemen hepsinden "Oprah Winfrey" yanıtını almış. Oprah'ınki, kelimenin tam anlamıyla bir "azmin zaferi" öyküsü... 1954 yılında bir domuz çiftliğinde, gayri meşru bir ilişkiden dünyaya gelmiş. Zenci olması o dönemde insan yerine konulmamak için yeterli bir nedenmiş. Ayrıca ayrık gözleri, kabarık saçları ve oransız vücuduyla tam bir "çirkin ördek yavrusu" muamelesi görmüş. Üstüne üstlük, bakılmak üzere yanlarına verildiği aile tarafından cinsel istismara uğrayıp, büyük bir psikolojik travma geçirmiş. Babasının ona verdiği bir görev ise hayatını değiştirmiş. Babası, Oprah'tan her hafta bir kitap okumasını, onu özetlemesini ve çıkardığı dersleri kendisine anlatmasını istemiş. Oprah, okuduğu kitaplarla kendini ve gücünü tanımış. Ve sonra her başarısını kendisine bir basamak yapıp, hızla yükselmeye başlamış. İşte ben size o Oprah'ı başarıya götüren sihirli formülü anlatmaya hazırlanırken, gözüm, Mümin Sekman'ın sunuş yazısına ilişti. Orada çok daha büyük bir başarı öyküsü vardı. Zira engelleri, Oprah'ınkinden çok daha büyüktü. Eminim, okuduktan sonra yaka silktiğiniz sorunlar ve engeller size de "çerez" gibi gelecektir. İşte, hayatı çaresizliklerle dolu bir adamın zafer destanı: 7 yaşındayken babasını kaybetti ve yetim kaldı. 8 yaşında okuldan alındı ve köyde yaşadı. 10 yaşında yüzü kanlar içinde kalacak şekilde, yeni okulundaki hocasından dayak yedi. 17 yaşında hayalindeki okulun istediği bölümü için gerekli not ortalamasını tutturamadı. 24 yaşında tutuklandı, günlerce sorguya çekildi ve 2 ay tek başına bir hücrede hapis yattı. 25 yaşında sürgüne gönderildi. 27 yaşında kendisinden bir yaş büyük meslektaşı kendisinin de üyesi olduğu derneğin çalışmaları ile kahraman ilan edilirken, kendisi hiç önemsenmiyordu. Doğduğu şehrin merkezinde rakibi törenlerle karşılanırken o kalabalık arasında yalnız başına olanları izliyordu. 30 yaşında kendisi başka şehirleri düşman işgalinden kurtarmaya çalışırken, doğduğu şehir düşmanların eline geçti. 30 yaşında amiri onu kendisinden uzaklaştırmak için başka görev almasını sağladı. Yeni görevinde fiilen işsiz bırakıldı. Aylarca boş kaldı. 37 yaşında böbrek hastalığından Viyana'da iki ay hasta ve yalnız halde yattı. 37 yaşında komutan olarak yeni atandığı ordu dağıtıldı. 38 yaşında Savunma Bakanı tarafından görevden alındı. 38 yaşında bir toplantıda giyebileceği bir tek sivil elbisesi bile yoktu ve başkasından bir redingot ödünç aldı. Ayrıca cebinde sadece 80 lirası vardı. 38 yaşında kendisi için tutuklama kararı çıkartıldı. 38 yaşında en yakın beş arkadaşından üçü, onun kongre temsil heyetine üye olmaması için oy kullandı. 39 yaşında idam cezasına çarptırıldı. Sonra ne mi oldu? 42 yaşında Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı oldu. Okuduğunuz hikaye, Mustafa Kemal Atatürk'ün öyküsüdür. Şimdi düşünün: Sizin başarılı olmanızı engelleyen ama Atatürk'ün karşısına çıkmamış bir engel var mı? Bugün olan biten karşısında kendisini çaresiz hisseden, "Memleket elden gitti ne yazık" diye umutsuzluğa kapılanlar var. Kendinizi en çaresiz, en aciz, en şanssız hissettiğiniz anda Atatürk'ü düşünün. Ben öyle yapacağım...