kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 19 Haziran 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Yeni bir sistem

Sezer'in referandum süresini kısaltan yasayı da veto etmesiyle 11'inci cumhurbaşkanını halkın seçmesi olasılığı neredeyse sıfırlandı.
Bu -beklenen-gelişme aslında yeni Meclis'e tarihi bir misyon yüklüyor: Uzlaşmaya dayalı bir reform paketiyle siyasal sistemi yenilemek.
Böyle bir paketin ilk ayağını 12'nciden itibaren cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören sivil anayasa oluşturmalı. İkinci ayakta Siyasi Partiler Yasası olmalı, üçüncüsünde ise Seçim Yasası.
Yeni ve sivil bir anayasa zorunluluğu yıllardır tartışıldığı ve 1982 Anayasası'nın artık Türkiye'yi taşımayacağı noktasında mutabakat oluştuğu için, uzun uzadıya irdelemeyi gereksiz görüyoruz. Siyasi partiler ve seçim yasalarına gelince...
Genel başkanların bu kez de "Tek seçici" olarak listeleri düzenlemeleri, Siyasi Partiler Yasası'nın iflah olmaz antidemokratikliğini en çarpıcı biçimde ortaya koydu. Bu yasayla seçimler dayatılan isimlere halkın oy vermesinden öte anlam taşımaz. Ulusal irade lider ipoteğinde kalmaya devam eder.
Mevcut Seçim Yasası'nın en kritik, neredeyse "Tabu" maddesini yüzde 10 barajı oluşturuyor. Önde gelen partiler konuyu tartışmaya bile yanaşmıyor. Neden? Çünkü hiçbiri DTP gibi partilerin Meclis'e girmesini istemiyor. 1995'teki "Yemin sendromu"nun etkisiyle.
Ne var ki, kamuoyu araştırmalarında çıkan tablo sandıkta doğrulanırsa, 30 kadar DTP'li bağımsız Meclis'e girecek, bu da yüzde 10 barajının dinamitlenmesi sonucunu doğuracak.
Yine bu seçimde DTP belirlediği stratejiyi tam olarak uygularsa, Güneydoğu'nun birçok seçim çevresinde "Fiilen" dar bölge sistemine geçilecek : İkiüç ilçeli bölgelerde DTP'li bağımsızlar partilerin listelerine karşı teke tek yarışacaklar.

Halkın sağduyusuna güvenmek
Tüm bunlar sistemin yeniden kurgulanması zamanı geldiğini gösteriyor. Türkiye'yi yönetecek siyasi kadroların hepsini halkın seçmesini, ayrıca temsilde adaleti sağlayacak bir yol bulmalıyız.
Bizce bunun tek formülü var: Hem cumhurbaşkanını iki turlu seçimle, hem de milletvekillerini dar bölgeli, iki turlu seçimle halk belirlesin.
Böyle bir sistemin ne denli sağlıklı sonuçlar verdiği Fransa'daki seçimlerle bir kez daha kanıtlandı.
Fransızlar cumhurbaşkanlığına merkez sağın adayı Nicolas Sarkozy'yi seçti. Sarkozy programını rahat uygulamak için halktan parlamentoda "Geniş bir çoğunluk" istedi.
Dar bölgeli sistemle yapılan milletvekili seçiminin ilk turunda bu çağrıya uygun, 577 üyeli parlamentoda merkez sağın 400-430 arası sandalyeye sahip olabileceğini gösteren bir sonuç çıktı.
Ama iki tur arasında gerek iktidar sözcülerinin sosyal kazanımları budama niyetlerini ağızlarından kaçırmaları, gerekse solun Sarkozy'nin gücünü frenlemek için parlamentoda güçlü bir muhalefetin şart olduğu uyarıları, halkı uyandırdı: Sarkozy'nin partisine tek başına iktidar verdi ama, çoğunluğunu artırmak bir yana aşağı çekti. Buna karşılık feci bir bozgunla karşılaşması beklenen Sosyalist Parti'yi güçlendirdi.
Siyasi analizciler bu tablodan iki sonuç çıkarıyorlar: Güçlü muhalefet grubu sayesinde sorunların sokakta değil parlamentoda tartışılması sağlandı. Sarkozy ve partisinin gücü sınırlandırıldı, kurumlar arasında denge kuruldu.
Cumhurbaşkanı seçimi tartışmalarında "Devletin tüm üst makamlarının tek partide toplanmasının sakıncaları"ndan söz edilmiyor muydu?
Buyurun size çare; sözü halka bırakın. Fransa örneğinin bir kez daha kanıtladığı gibi, seçmenin şaşmaz sağduyusu en iyi çözümü üretir.