kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Haziran 2007, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Başbakan'ın çığlığı

KKTC Başbakanı Ferdi Sabit Soyer'in konuşmasını okurken hem üzüldük, hem de ürktük.
Üzülmemizin nedeni, konuşmanın bir çaresizlik çığlığını yansıtmasıydı. Ürkmemizin nedeni ise satır aralarında Kuzey Kıbrıs'ta bir bombanın fitilinin ateşlendiği ya da bardağın taşmak üzere olduğu uyarısının bulunmasıydı.
Soyer dün Cumhuriyet Meclisi'nde yaptığı konuşmada bakın nasıl feryat etti: " Artık yorulduk. Türkiyeli-Kıbrıslı kavgasını bitirdiğimiz noktada, bir usule bağladığımız noktada, yeniden açılıp gündeme getirilmesinden bıktık usandık artık. Haksız saldırılara, karalama kampanyalarına uğradık. Bize 'Vatanı satacaksınız' suçlamaları yapıldı. Bunları dinlemekten usandık ama söyleyenler usanmadı, usanmıyor."
KKTC yönetiminin iki numaralı isminin böylesine bezmesine, bu kadar karamsarlığa kapılmasına, Türk basınının biriki sütunluk haberle geçiştirdiği ve hiçbir köşe yazarının ilgilenmediği "Andıç" krizi yol açtı.
Krizin nedeni: Türk Silahlı Kuvvetleri ile KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'nın Magosa açıklarında düzenlediği "Şehit Teğmen Caner Gönyeli 2007 Arama Kurtarma Tatbikatı"nı Kuzey Kıbrıs medyasının önemli bir bölümünün izlemesine izin verilmemesi.
Kıbrıs Türk basınının ilk kez karşılaştığı bu "Akreditasyon" uygulamasıyla 5 gazete (Afrika, Kıbrıs, Yeni Düzen, Kıbrıslı, Star Kıbrıs), ile 3 televizyon kanalı (BRT, Genç TV, Kıbrıs TV) ne bilgilendirme toplantısına alındı, ne de tatbikat bölgesine yaklaştırıldı. Gerekçe tek cümle: "Türkiye tatbikata katılmanızı uygun bulmadı!" Türkiye ile hangi kurumun kastedildiğini soranlara da tek kelimelik yanıt verildi: "Genelkurmay!"

"Sakıncalı" devlet TV'si!
5 gazete ile 3 kanaldan 2'sinin ortak özelliği, Annan Planı referandumunda "Evetçiler" kampında yer almaları.
BRT, yani KKTC'nin TRT'si olan Bayrak Radyo Televizyonu'nun sakıncalı bulunmasının nedeni ise başka: İnternet sayfasından Türkiye ve KKTC bayraklarını kaldırması, ayrıca "Duvarımız" belgesel filmini yayınlaması. Bir Türk ve bir Rum'un ortak yapımı olarak 1993'te Alman ZDF televizyonunun desteğiyle çekilen film Alman, Fransız ve Yunanistan TV'lerinde yayınlandı, 1997'de Abdi İpekçi Barış Ödülü'nü kazandı. Belgeselde hem Türk Mukavemet Teşkilatı, hem EOKA, hem de 1974'teki Barış Harekatı sırasında bazı olaylar eleştiriliyor.
İşin tuhaf tarafı, BRT'nin de, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'nın da yasalara göre Başbakan Soyer'e bağlı olmaları. Böylece bir kamu kurumu bir başka kamu kurumunu "Sakıncalı" ilan etmiş oluyor; iyi mi!

"Evet"çilere ceza mı?
Adalı meslektaşlarımıza göre, andıçlanan gazete ve kanallar, Kuzey Kıbrıs'ta tirajların ve izlenme paylarının yüzde 90'ını oluşturuyorlar. Yani, onlara ambargo konarak, KKTC'de gazete okuyanların ve TV izleyenlerin yüzde 90'ı -en hafif ifadeyle- cezalandırılmış oluyor.
Doğrusu Soyer'in (o da bir resepsiyonda Kıbrıs Barış Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu tarafından "Türksen, Türklüğünü ispat et" diye uyarılmıştı) çığlığına Kuzey Kıbrıs'taki basın kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin tepkilerini eklediğimizde tedirginliğimiz daha da artıyor. Çünkü "Bu tavırla 'Bu memleket bizim, biz yöneteceğiz' diyenlere meydan okunduğunu söyleyen var.
Annan Planı'na "Evet" diyenleri cezalandırmak için "Psikolojik savaş" yürütüldüğünü öne süren var.
"Asker savunmakla mükellef olduğu bir halkı ve onun basınyayın kuruluşlarını nasıl düşman ilan eder" diye soran var.
Rum yönetiminin ekmeğine yağ sürülmesini bir yana bırakıalım. AB'den yükselecek "Kuzey Kıbrıs'ın askeri vesayet rejimi altında olduğu bir kez daha ortaya çıktı" türünden tepkilere de kulağımızı tıkayalım...
Ancak bir gerçeği görmek zorundayız: Kıbrıs Türkü'nü kaybediyoruz.