kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 10 Haziran 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Pazar SABAH 
BALÇİÇEK PAMİR

Hıncal Ağabey'e itirazım var!

Madem bugün söz evlilikten açıldı. Geçenlerde Hıncal Ağabey, evlilikler üzerine bir yazı kaleme aldı. "Aşk özlem demektir. Aşkın ölümü nasıl olur? Alışkanlığa dönüşerek. Ayrı evler özlem yaratır. Gittiniz mi, bilir ki, onu özlemişsiniz. Geldi mi, anlarsınız, sizi özlemiş. Ayrı evler bıkmayı, usanmayı önler. Fiziksel ruhsal başkasını istemediğiniz anlar, günler vardır. Öyle görülmek istemezsiniz. O haldeyken geleni kırarsınız... Kaçma saklanma günleridir. İnsan en sevdiğine, en güzel hali ile görünmek ister. Aynı evde kaçamaz, saklanamazsınız. Sadece sizde gizli kalmasını istediğiniz kötü halinizi görür. Sevgiliye giden kadın, tepeden tırnağa özenlidir. Erkek de öyle. Oysa ev halinde, en perişan durumlar da sevgilinin beş duyusuna sunulur. Ayrı evlerde olmanın bin faydası var," dedi. Kesinlikle itirazım var. Hıncal Ağabey aynı evde oturmanın alışkanlık getireceği, aşkı öldüreceği kanısında. Oysa yanılıyor. Bilmiyor ki, bazen aynı evde oturup beraber olduğu adamı ölesiye özler insan. Özlemek için mutlaka ayrı evlerde oturmak gerekmez ki. Gecenin bir yarısı usulca yatağa süzülüp, sarılır insan sevdiğine, öyle randevu vermeden, birden, içinden geldiği şekilde. Gerçek aşkta öyle görünüş, kıyafet, süslenme püslenme de değerini yitirir. Özen önemlidir tabii.

HER ŞEYİ PAYLAŞMAK
Ama eğer seviyorsan birini, kokusu huzur verir, parfümü değil. Gün ortasında heyecanlanırsın akşam evde buluşacağın adam için. "Ne yemek yapsam, hangi filmi seyretsek beraber, yoksa dışarı mı çıksak?" diye düşünürsün. Sonra "Evde karar veririz artık," dersin. Yorgun argın eve döndüğünde ise çekersin eşofmanları üzerine, kucak kucağa uyursun sevdiğinle televizyonun karşısında. Alışkanlıktır belki adı. Ama öylesine bir alışkanlıktır ki sigaradan, kahveden beter. Kurtulamazsın, sardıkça sarar. Gün gelir nefes alamazsın, öylesine canını yakar özlemi. "Niye aramadı, niye eve geç geldi?" diye endişelenirsin. Kıskanırsın, kıskandırırsın. Sahiplenir, herhangi bir tehdit gördüğünde tırnaklarını çıkarırsın. Bu mudur yani evliliklerdeki huzur? Asıl fırtına, aynı evde, sevgiyi taze tutabilmek değil mi? Yıllar geçtikçe hareketlerini, tepkilerini ezberler, neyi seviyor neyi sevmiyor hepsini bir bir bilirsin. Uzaktan neyi söyleyeceğini tahmin ederek gülümseyerek seyredersin onu. Duyduğun ilk önemli haberi, fıkrayı hemen ilk onunla paylaşmak istersin. Bu mudur bıkmak, usanmak? Sanmıyorum.

HEYECAN MI, EMEK Mİ?
Gün gelir ondan çocuk yapmayı istersin. Sevdiğinin omzunda top olmuş uyuyan bebeği ve babasını seyrederken "İşte gerçek aşk bu," diye düşünürsün. Asıl soruya gelelim. Evlilik aşkı öldürüyor mu? Aşk uzun ilişkilerde biçim değiştiriyor, orası doğru. Ayrı evlerde de olsan Hıncal Ağabey, ne kadar özensen de, ne kadar süslenip püslensen de, aşk bir yerde değişime uğramak istiyor. Hiçbir zaman eskisi gibi kalmıyor ki! O değişimi sinir bozucu alışkanlığa çevirmemek, karşı taraftan bıkıp usanmamak ise bizim elimizde. Yarısı dolu bardağa nasıl bakarsak, öyle. Ya "Yarısı boş" ya da "Yarısı dolu." Uzun lafın kısası, aynı evde oturmak güzeldir, aşkı da öldürmez. Hem aşk sadece heyecan mı, yoksa emek mi demektir?