kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 26 Mayıs 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Yeni Faustlar

Onu tanımıyorum; onları tanıyorum. Dostluğumuz olsa da hiçbirisi şimdi benim için somut birisi değil. İnsan bazen kendisinden, varlığından, benliğinden soyunur ve sadece bir 'hayal' olarak, bir işaret, bir simge olarak anlam kazanır. Onlar da benim için öyle.

Simgeleşen isimler
İyi yanından alınırsa az şey değildir bu; Ahmet Hamdi Tanpınar, bu mesele üstünde düşünürken, bazı şairlerin bilinen, 'resmi' isimlerinden çıkıp yeni bir isim kazanmalarının üstünde durur. O yeni ismi onlara halk vermiştir ve onların bütün bir hayat boyu sürdürdükleri uğraşının ödülüdür bu. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Tanpınar veya Nazım Hikmet'in Nazım olması budur işte: bir insanın bir simge olarak yeni bir kişiliğe, bir kimliğe dönüşmesi.
Çoğuyla yakın arkadaşlık yaptık; bazılarıyla düşünsel ayrılıklarımız olsa da benzer faaliyetler içinde bulunduk. Kimileri siyasetin sağında kimileri solunda önemli simge isimler haline geldiler ve sonunda daha da ileri götürebilecekleri o kişiliklerini gündelik, pratik amaçlar, hesaplar, eski tabirle mülahazalar uğruna harcadılar. Her birisi şimdi kendisine şu ya da bu nedenle hiç mi hiç yakın olmayan partilerde 'siyasal mücadele' veriyor.
Niye?

Mesleksiz insanlar toplumu
Elbette sayısız koşul öne sürülebilir. Ama içlerinde bir tanesi var ki, beni derinden derine etkiliyor: bu insanların mesleklerinin olmaması.
Bunu ilk kez büyük ustamız Çetin Altan yazdı; hala da yazıyor. Mesleksiz insanlar ülkesi burası. Osmanlı'dan gelen bir gelenekle, mesleğin gerektirdiği bilgiyle, beceriyle hak edilmiş başarının bulunmadığı toplumda, ulufe anlayışının hakimiyetinde gelişen, makam ve mansıp toplumu burası. Kimse, bırakın başkalarını, kendisini yaptığı işle anmıyor; herkes makamıyla, unvanıyla anılmak istiyor. Herkes bir şey olmak kaygısında. Kimsenin bir şey yapmakla ilgisi yok. Oysa unutulan, bir şey yapınca insanın bir şey de olması; ama sadece bir şey olanların hayatta hiçbir şey yapamaması.

O Ecevit ki...
Ecevit'i insanlar şimdi nasıl hatırlıyor, bilemiyorum. Sınıfta 1960 sonrası Türkiye'sini anlatırken, onu son dönemlerindeki hastalıklı, ezik haliyle bilen öğrencilere bakıyorum. Benim tanıdığım ve hatırladığım Ecevit'le onlarınki arasında en küçük bir bağ yok. Çünkü, ben, Ecevit'in sadece iktidar istediği dönemlerini değil, onu reddederek, önüne gelen makamı yok sayarak büyüdüğü mesela 12 Mart 1971 sonrasını geçiriyorum hafızamdan. Bugünküyle mukayese edilemeyecek kadar büyük ve önemli CHP genel sekreterliğinden istifa etme yürekliliğini gösteren Ecevit önemliydi. Çünkü, biliyordu ki, bu yoldan daha da büyüyecek, halkın içine yerleşecek ve o halk onu daha yukarılara taşıyacaktı. Zaten bu yüzden daha sonra da halk tarafından getirildiği her yerden kendi iradesiyle gitmesini bildi. İstifa sırasında 'hayatını nasıl kazanacaksın?' diye soran İnönü'ye, 'kitap yazarak ve çevirerek' demişti. 12 Eylül sonrasında da aynı yola başvurmuş, bu defa CHP genel başkanlığını bırakmıştı. Çünkü, mesleğine güveniyordu ve onunla özdeşleşmişti.

Meslek, başarı, siyaset
Türk siyasetinin sorunlarından bir tanesi de bu: başarının ve becerinin biçimlendirdiği insanın girmediği, uzak durduğu bir alan siyaset. Buna mukabil siyasetin doğrudan doğruya kendisi bir başarı kabul ediliyor. Oysa, kim ne derse desin, bir meslek değil siyaset; siyaset gerçek anlamda bir işlev alanı. Ama hayatını onunla özdeşleştirmiş ve yapacak başka bir şey olmayanlar için onun dışında kalındığında gerçekten yapacak bir şey kalmıyor.
Evet, şimdi ise, insanlar, bin dereden su getirerek parti değiştiriyor, bırakın onu, kazandıkları isimleri hafızalardan silmek istiyor. Bir makam, mevki sahibi olmak için insanlar, genel başkanların iki dudağı arasından çıkacak söze kaderlerini bağlıyor: demokrasi adına!
Kim bilir belki post modern zamanların bir başka yanıdır bu, neredeyse herkesin şeytan Mefisto'yla anlaşan Faust olması.