kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 15 Mayıs 2007, Salı
Son Dakika
ARAYIN
atv
Kanal 1
ABC
UMUR TALU

Şehit mektubu

(Ölmeden de mezara koydulardı beni)

Aşağıdakine "Şehit mektubu" dedim; Elbistan'da toprağa verilen "Şehit Uzman Çavuş Mahmut Çiftçi" ölmeden hemen önce gelmişti; bir başka ölümden ise hemen sonra. Mektubu yazan "Uzman Çavuş" şu anda ölü veya diri olmasını kendisi dahi önemsememişti; o yüzden adı hep bende kalacak. Bir de şu var: Kimileri bu sütuna bakıp şuna dost, buna düşman sanıyor. Bazen de şaşırıyor. Ortak hissin; insana, mağdura, acıya, haksızlığa, en altta kalana, altta canı çıkarılana aynı vicdanla bakmak olduğunu anlatamadık herhalde! Tabutun sadece dışına değil, içindeki insana, hem de yaşarken titizlenmek çok mu tuhaf! Bu mektubun ve binlercesinin neden buraya geldiğinin, burada bir ses ve nefes arayışlarının sebebini az düşünmek lazım. İster dindar dindar, ister liberal liberal, ister demokrat demokrat, ister cumhuriyetçi cumhuriyetçi, ister milliyetçi milliyetçi düşünün!

"Sayın Talu; naçizane vatan hizmetine kendini adamış muvazzaf uzman jandarmayım. Mektup tüm uzman jandarmanın ortak hissiyatıdır, lütfen bu figâna kulak verin.
Onurumuz ve namusumuz üzerine ant içmiş bireyleriz ama artık figân eşiğindeyiz. Nihan yaralarımız var, karşılaştığımız uygulamalardan kaynaklanan.
Hani o sarı rütbelerinin ay yıldızında kırmızı mavi dolgular olanlar var ya, 'uzman çavuş' derler, biz onlarız. Yurdun geniş sathında her on jandarma hizmet ve devriye aracının dokuzunda komutan koltuğunda bizden biri var. 26 bin kişiyiz, rütbeli jandarmanın yüzde 56'sı.
Bizlerin, orta yaş grubuna dahil olup koşulsuz itaatten sorgulama safhasına geçenlerin okula alındığı yıllar terör keskin bıçak gibiydi. Kırıp geçiriyordu vatan evlatlarını.
Güçlendirilmiş Jandarma karakollarında, kadrosu subay olup subay ataması yapılmayan dağ başlarında tim, tank ve unsur komutanlıkları yaptık. Yarılan tabanlarımıza ve yaz kış dağıtılan 'enjekte tabanlı botlar' a aldırmadan.
Zaruri teçhizatı maaşla karşıladığımız oldu, terimizi ve kanımızı toprağa kardık.
Düşmeden ve düşünmeden geldik bu günlere ve gördük ki, sanki şehit olanlar bizden şanslıymış!
Yaşıtlarımız eğlenirken, 1920 yaşlarında biz emrimizdeki Mehmetleri düşünüyorduk. Ölüm bölgesini, yaklaşma ve kaçış istikametlerini düşünüyorduk. Bir kuş kanadında tedirgin oluyor, emekleyerek mevzilerde dolaşıyorduk.
En cahilimize dahi, 'Hak, adalet nedir?' diye sorsanız, 'Kanun, nizam önünde eşitlik; hakça paylaşım' der.
Acıları üstüne uzun yazamayan, mutlulukları kısa satırlara sığan, noktalar koyamayan, virgülle geçiştiren, yazamadıklarını soru işaretlerine bırakan, mesela hayallere, umut ihtimallere sığınan, bir damla gözyaşını kurban arkadaşına yollayan bizler... Haksızlık ve adaletsizliklere karşı susturulmuşuz.
Hem kahramanız, hem işte böyleyiz!
Hükümet, haklarımızda iyileştirme öngören kanunları hiç gündeme almadı. Anayasa'nın eşitlik ilkesinde bizler de ıskalandık. Genelkurmay'ın bayram mesajlarında dahi adımız anılmadı.
Tüm hukuk devletlerinde, devlet hizmeti göreve, eğitime ve kıdeme endeksliyken bizde maalesef 'kast' sistemi geçerli.
Jandarma'daki 4 bin subay, 18 bin astsubay, 26 bin uzman jandarmaya lojman dağılımı, sırasıyla yüzde 45, yüzde 35 ve bize sadece yüzde 15'tir.
Maaş, ek gösterge, tazminat, yan ödeme katsayısı, derece, emeklilik adaletsizliklerle doludur.
Uzman çavuşlar hiçbir orduevine alınmaz. Bir uzman çavuşun orduevine alınmadığı için kaldığı otelde tecavüze uğrayıp öldürülen hamile eşini, daha önce izin verilmeyen operasyondaki arkadaşımızın olayı tam bilmeden eşine ulaşmak üzere endişeyle çıktığı yolculukta kazada öldüğünü duymuş muydunuz?
Hiyerarşi denerek iteklenmemiz yaralayıcıdır. Şapkamızdaki sakındıraklar dahi ayrımcıdır.
Jandarma Genel Komutanlığı'nın kimi iyileştirmelere dönük teklifi maalesef Genelkurmay'da 'hiyerarşi' nedeniyle reddedilmiş, muhalefetin Meclis'teki kanun teklifi 'Genelkurmay şerh koydu' gerekçesiyle iktidar oylarıyla engellenmiştir.
İçinizden bizler için bir şey yapmak geliyorsa, bu satırları aktarınız lütfen.
" Elbette, hiç içimden gelmez mi?