kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 28 Nisan 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
atv
Kanal 1
ABC
ERDAL ŞAFAK

Ummadığın taş

1982 Anayasası'nı hazırlayanların akıllarına gelmeyen başımıza geldi! Siyasal bir konu olan cumhurbaşkanı seçimi, hukuki soruna dönüştü.
Oysa iş bu noktaya gelmeyebilirdi.
Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Anayasa'nın 96'ncı ve 102'nci maddelerine farklı yorum getirip Meclis'in cumhurbaşkanı seçimine geçebilmek için en az 367 üyeyle toplanması gerektiği iddiasını ilk kez 2006 Aralık sonuna doğru Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazısında ortaya attı.
Onun da Ali İhsan Karacan'ın aynı ayın başında Dünya gazetesinde yayınlanan "Köşk seçiminde Anayasa'daki püf nokta" başlıklı yazısının esinlendiğini sanıyoruz.
Bu yeni yorum hızla yayıldı. Özellikle başta Cumhurbaşkanı Sezer olmak üzere önemli anayasa hukukçularından ciddi destek buldu. Ama iktidar Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu'nun ve "Anayasa da, Meclis İçtüzüğü de açık. 184 milletvekilinin katıldığını görürsem birleşimi açar, seçime giderim" diyen Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın mütalaalarına güvenerek, bu farklı yoruma omuz silkip geçti.
Oysa Anayasa Mahkemesi'ne başvurup görüş isteyebilirdi. Kimbilir belki de, oradan farklı görüş çıkması halinde cumhurbaşkanı seçiminde muhalefetin tutsağı haline gelmekten çekindi.
Veya küçük muhalefet partileri ile bağımsızların seçime katılmalarını sağlayacak uzlaşma arayabilirdi. Başbakan Erdoğan'ın bildiği yolda yürüme anlayışı ve bazı kararlar (Anavatan Partisi'ne Hazine yardımının önlenmesi gibi) nedeniyle o kapı da kapandı.
Sonuçta göz göre göre cumhurbaşkanı seçimi süreci doğal mecrasından çıktı.
AK Parti hiç değilse "Söndüremeyeceğin ateşi yakma" diyen Çin atasözünün ya da "Küçük bir sabırsızlık büyük bir projeyi mahvetmeye yeter" diyen Konfüçyüs'ün uyarılarını hatırlamalıydı.

Ya mahkeme 367 derse?
Peki bundan sonra ne olacak? Anayasa Mahkemesi'nin kararını beklemek tek seçenek mi?
Hayır değil. Ama diğer olasılıklar da iktidar için kolay kolay göze alınacak gibi değil.
Çünkü bu olasılıkların biri örneğin Anayasa değişikliğiyle cumhurbaşkanı seçimine yeni bir düzen getirilmesi olabilir. Ancak Anayasa değişiklikleri de mutlaka "Nitelikli çoğunluk", yani muhalefet desteği gerektiriyor. Ayrıca bu değişikliği cumhurbaşkanı seçimi takvimine sığdırmak da zor.
Bir başka seçenek olarak Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün adaylığını geri çekmek ve yeni bir aday için (elbette yine Gül de belirlenebilir) muhalefetle uzlaşma sağlamak düşünülebilir. Ama AK Parti'nin böyle bir niyeti ve eğilimi olsaydı, Başbakan Erdoğan en başta bu yolu denerdi.
Üçüncü seçenek erken seçimi kararı alarak 11'nci Cumhurbaşkanı'nı seçme görevini yeni Meclis'e devretmek olabilir. Ancak bu da iktidarın tüm söylemlerinden ve politikalarından vazgeçip "Cumhurbaşkanını yasama döneminin sonuna gelmiş olan bu parlamento değil yeni Meclis seçsin" görüşünü savunan muhalefete teslim olması anlamına gelir.
Anlaşılan "Adaletin kestiği parmak acımaz" denilip Anayasa Mahkemesi'nin kararı beklenecek.
Yüce Mahkeme'den "Cumhurbaşkanı seçimine geçebilmek için Meclis'te başkan hariç en az 367 milletvekilinin hazır bulunması gerekir" görüşü çıkarsa, siyasilerin çok sevdikleri bir ifadeyle "Buyurun, buradan yakın!"
Yani 40 satır mı, 40 katır mı?
Ya derhal erken seçim ve yeni Meclis oluşuncaya kadar Sezer'in görev süresinin uzatılması. Ya da Çankaya için muhalefetle uzlaşmaya gidilmesi.
Dedik ya; "Söndüremeyeceğin ateşi yakmayacaksın!"