kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 22 Nisan 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
atv
Kanal 1
ABC

Deliliğin 100 yıllık tarihi: Maviş

Müjgan HALİS
Louis Mongeri'den Mazhar Osman'a kadar Türk psikiyatrisinin 100 yıllık tarihini anlatan Maviş belgeseli, bir dönem akıl hastalarının mavi bir otobüsle oradan oraya gezdirilen ve halka sevdirilen insanlar haline dönüşmesinin öyküsünü eğlenceli bir dille aktarıyor..
"O zamanlar Bakırköy'e vasıta gitmezdi. Doktorlar, hemşireler Sirkeci'den mavi bir otobüse binip giderlerdi, adını Maviş koymuşlardı. Aynı otobüs vaka sunumları için hastaları da dört bir yana taşırdı. Düşünün bir otobüsün içinde bir sürü deli." Türkiye'de modern psikiyatriyi inşa eden İtalyan doktor Louis Mongeri'den Mazhar Osman'a bir dönemi kapsayan Maviş belgeseli, bir otobüs dolusu delinin hikâyesiyle başlıyor. Belgeselin yapımcısı psikiyatrist Şahap Erkoç, 100 yıllık tarihi 52 dakikaya sığdırmayı başarmış.

MONGERI'YLE BAŞLADI
Tarih boyunca deliliğe daha çok dinsel bir bakışla yaklaşılmış. Hıristiyanlık akıl hastalığını 'cin-şeytan çarpması' olarak yorumlarken, Anadolu'da ise delilere 'veli' muamelesi yapılmış. Deliler Ortaçağ'da Engizisyon zulmüne uğrarken, Anadolu'da şifahanelerde tedavi edilmeye çalışılmış. 1800'lü yıllara kadar İstanbul'daki en büyük şifahane olan Süleymaniye Bimarhanesi'ne başhekim olarak atanan Dr. Mongeri, ilk iş olarak bakımsız onlarca hastayı Toptaşı'na taşımış. Ama hayallerini gerçekleştiremeden 'zavallı delilerini asistanına emanet ederek' hayata veda etmiş... Raşit Tahsin'in Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde (GATA) Akliye Servisi'ni kurmasıyla yol almaya başlayan Türk psikiyatrisi, GATA'nın genç öğrencisi Mazhar Osman'ın yetişmesini beklemiş. Tababeti Ruhiye kitabını 24 yaşında yazan Mazhar Osman, aşkla sevdiği mesleğine ilk kez Balkan Savaşları'ndan sonra ruh sağlığını yitirenleri tedavi etmek amacıyla incelemeler yapmak için gittiği Makedonya'da başlamış. Toptaşı Bimarhanesi'nde ilk kez bir arada gördüğü çok sayıda akıl hastasının insan pisliği içinde, çırılçıplak ve zincirle bağlı halinden çok etkilenmiş ve kendine şu sözü vermiş: "Bir gün burada idareci olursam, hastahanenin tüm kapılarını yıktıracağım."

BAKIRKÖY DEVRİ
Cumhuriyet döneminde Toptaşı Bimarhanesi'nin Bakırköy'deki Reşadiye Kışlalası'na taşınmasına karar verilmiş. Ancak Kurtuluş Savaşı'ndan yeni çıkan genç Cumhuriyet'in delilerine ayıracak parası yokmuş. Doktorlar ve hastalar hastaneyi birlikte inşa etmiş, deliler kendi koğuşlarını kendileri yapmış. Bu durum yıllar sonra hastaları çalıştırarak tedavi etmenin de yolunu açmış. Mazhar Osman Toptaşı'ndan Bakırköy'e taşınan akıl hastanesinin başhekimliğine atandığında, yıllar önce söz verdiği gibi akıl hastanesinin kapılarını ardına kadar açmış. Ancak kullanılan yöntemlerin ilkelliği hastalara öyle acı veriyormuş ki, doktorlar hastalarını ağaç tepelerinden indirmek için saatlerce dil dökmek zorunda kalmış. Parasızlık yüzünden kullanılan bu yöntemler, doktorları kendi elektroşok makinelerini yapmaya kadar götürmüş o yıllarda.

HALKLA DERS
Yıllar içinde Mazhar Osman'ın halk içinde yaptığı vaka sunumları, her meslekten kişinin onun derslerini takip etmesiyle sonuçlandı, öyle ki bazen öğrencileri amfilerde oturacak yer bulamıyordu. Böylece halk giderek 'tehlikeli' olarak gördüğü akıl hastalarının tedavi olabileceğine de ikna olmaya başladı. Öğrencilerinden Prof. Dr. Rıdvan Cebiroğlu o günleri şöyle anlatıyor: "Hocamız, imtihan yapılmasına karşıydı. Öğrencilerine hastaları daha yanlarına gelmeden bile, uzaktan teşhis etmeleri gerektiğini anlatırdı. Bu durum Hippiler ortaya çıkana dek sürdü."

KÜSKÜN ÖLDÜ
Ancak yapılan bütün girişimlere rağmen dünyadaki gelişmeler, Türkiye'nin delilerini de etkilemeyi sürdürmüş. İkinci Dünya Savaşı'dan önce 3 bin olan hasta sayısı bir anda 5 bine çıkmış ve hasta ölümleri yüzde 33 oranına ulaşmış. Hakkındaki eleştirilere, ithamlara daha fazla dayanamayan Mazhar Osman ise istifa etmiş; ama ardından Rasim Adasal, İhsan Şükrü Aksel, Fahrettin Kerim Gökay ve Faruk Bayülkem gibi dünya çapında öğrenciler bırakarak. Mazhar Osman 1951'de öldüğünde artık herkes cinnetin bir hastalık, mecnunun da bir hasta olduğunu biliyordu. Öldüğünde hastalarından biri "Hiç Mazhar Osman ölür mü? Aynı yalanı Atatürk için de söylemişlerdi," diyerek duyduklarına itiraz etmişti
Haberin fotoğrafları