kapat
Üye OlÜye Girişi
  |  Benim şehrim | 6 Nisan 2007, Cuma
Son Dakika
arama
atv
Kanal 1
ABC
Cuma Sabah
ATİLLA DORSAY
Annem için bir sonat denemesi
Çok özel konularımı bugüne dek hiç yazmadım. Ama öyle günler vardır ki, aklınız ve gönlünüz yalnızca tek bir şeyle doludur. Başka konulara akıl yoramaz, zekânızı o yönde işletemezsiniz. Elbette bir çözüm, hiç yazmamaktır. Tıpkı sevgili Hıncal'ın son günlerde işlediği, kişisel keder karşısında tiyatrocunun konumu gibi. Yani, her şeye karşın "Şov devam edecek," mi? (yani etmeli mi?) Yoksa susup kederinizle baş başa mı kalmalısınız? Gazetecinin durumu hiç farklı değildir. Kendi adıma belki uzun, çok uzun bir yolculuğa çıkmak isterdim şu aralar. Belki sevgili annemin taptaze anılarıyla baş başa kalmak için... Ama çıkamadım. Kendimi İstanbul Festivali'nin sosyal etkinliklerine değil ama filmlerine atmayı seçtim. Hep ona inanmışımdır zaten: Filmler (hatta tüm sanat eserleri) aslında ruhumuzu en kötü çağrışımlardan, en yoğun kederlerden, en acılı düşüncelerden temizlemek, bir irin gibi işleyen yaralardan arındırmak için en iyi yoldur diye... Bu kez de farklı olmadı. Her biri beni bambaşka bir ülkenin ufuklarına çağıran filmlere bindim, uzun ve egzotik yolculuklara çıktım. Ve acımı biraz unutur gibi oldum. Ama nasıl, nereye ve ne zamana dek? Böylesi acılar, bence giderek daha çok hissedilir hale geliyor. Tam unutur gibi olduğunuzu sanırken, birden o kor gibi ateşiyle hiç beklenmedik bir yerde yüreğinizi dağlıyor. Bana da öyle olacak, olmaya başladı bile...

O SES ARTIK YOK
Böylece birden kafama dank ediyor ki o karşılıksız büyük sevgi, o bir ömrü sizi sevmeye, korumaya, göz etmeye adamış insan artık yok. Leo Ferre'nin muhteşem şarkısı Avec le Temps (Zaman Geçtikçe) de dediği gibi, o hep "Sakın soğuk alma, sakın üşütme," sesi yıllar boyu ve hatta büyüdüğünüzde bile kulaklarınızda çınlayan insan yok artık. O sanki yalnızca sizin sevginizle atan yürek artık sustu. Ve biliyorsunuz ki sevgilerin en büyüğü, en karşılıksızı, en güçlüsü olan o sevgiyi siz artık hiçbir insanda bulamazsınız: Ne kadınlarda, ne çocuklarınızda, ne de adına aşk dediğiniz duygularda... Herkes gibi, her oğul veya kız gibi siz de onu ihmal etmişsinizdir; her gün yerine iki-üç günde bir aramış, o hep yolunuzu gözlerken türlü-çeşitli eğlencelere dalmayı yeğlemişsinizdir. 40 yıllık gazeteci olsanız bile, hâlâ "Aman oğlum, dikkatli yaz, kimseyi kırma, kimseyi incitme, düşman edinme, hep hoşgörülü ol," diyen sesini komik bulduğunuz da olmuştur. Ama anne sevgisi, o unutulmaz Levent Kırca skecinde alaya alınmış da olsa, aslında öylesine görkemli, öylesine zengin bir duygudur ki... Ve bunu gerçekten anlamanız, çoğu zaman ancak annenizin çekip gitmesiyle mümkün olur.

'BENİ BAŞKA TÜRLÜ SEVDİ'
Ben hayatı belki en çok annemden öğrendim; yıllar boyu onun sağduyusuyla yönlendirildim, sevgisiyle kuşatıldım, atasözleriyle donandım. Yanya'dan gelen bir ailenin Konya'da doğup İzmir'de evlenen kızı, üç çocuğundan ilk göz ağrısı olan beni belki başka türlü sevdi. O, hayatı boyunca acaba kaç kez üstümü örttü, ateşime baktı, hasta çorbamı içirdi, kaç durumda üzerime kol-kanat gerdi... İzmir'deki bahçeli, görkemli ev, benim Galatasaray'da okumam için satılıp İstanbul'daki küçük apartman dairesine sığınılmadı mı? Kim bilir benim için daha ne çok şey feda edildi, benim ruhum duymadan... İster Paris'te bir yıllığına yaşamak, isterse Salihli'de askerliğimi yapmak olsun, hiç fark etmedi: Annem, hep peşine babamı da takmış olarak birden bire karşımda beliriverdi. O beni görmek için gerekirse Kaf Dağı'nı bile aşardı, biliyorum. Ben yıllar boyu modayı da ondan izledim: Mütevazı bir memur eşi olmanın sınırlı koşullarını aşarak, 1940'ların fırfırlı giysileri ve tüllü şapkaları, 50'lerin tayyörleri, 60'ların biraz erkeksi kıyafetleri onun üzerinde resmi geçit yaptı. Ve büyük olasılıkla sevdiğim her kadında ondan bir şeyler aradım. Sanırım tüm erkekler gibi... Annem artık yok. Ve biliyorum, birçok gece uyanacağım ve birden bu acı gerçeği hatırlayacağım, yüreğim buz kesecek, nabzım hızlanacak, uykum kaçacak. Zaman bu ateşi küllendirse de o, hep içten içe yanmaya devam edecek. Mistik olsam, "Bir gün yeniden buluşuncaya kadar," derdim. Belki de gerçekten öyle olacak. Öyle olmasa bile, o benim içimde ve benden de çocuklarıma geçmiş olarak yaşamaya devam edecek. Belki de bu, annemin gerçek ölümsüzlüğü olacak. Her insan için olduğu gibi...