  |
|
Newroz, PKK DTP gerçeği
Newroz kutlamaları Türkiye'de bir bölge halkının selametinin tek bir kişinin geleceğine bağlandığını bir kez daha ortaya koydu.
Evet, Newroz'da geçen yıllara göre daha az bir katılım ve daha düşük coşku vardı ama yine de özellikle kadınlar yine meydandaydı.
Bunu PKK ve DTP'nin mobilize ettiği kitleler olarak görmek doğru değil.
Çünkü bu katılımda bölge halkının kendi kimliğini açığa vurma, yılların geleneğine sahip çıkma fikrinin de ağırlığı vardı.
DTP'nin kitleleri harekete geçirme kabiliyetinin sınırlılığı "Barış Yürüyüşü" sırasında net bir şekilde ortaya çıkmıştı.
DTP yöneticileri bu hayal kırıklığını daha sonra net bir şekilde dile getirmişti.
Bugün PKK ile ilgili gerçek şudur:
Örgüt, İmralı ve Apo'nun avukatlarının oluşturduğu bir konsey tarafından yönetilmektedir.
PKK ile ilgili kararlarda dağ kadrosunun bile ağırlığı kalmamıştır.
Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelerin internete sızan bilgileri, bu toplantıların örgütle ilgili kararların alındığı komite görüşmeleri halinde geçtiğini ortaya koymaktadır.
Bu görüşmelerde Kuzey Irak'taki kamplardan Avrupa'daki faaliyetlere, örgütün mali kaynaklarındaki sıkışıklığa kadar her konu ele alınmaktadır.
Görüşmelerin bu niteliğinden devletin haberdar olmaması düşünülemez.
Bu komite görüşmelerine sessiz kalınmasının tek anlamı vardır; devlet Öcalan ve PKK ile ilgili nihai bir karara varamamıştır.
Veya PKK'nın devlete sunduğu imkânların kullanılıp kullanılmayacağı konusunda devletin çeşitli organları arasında bir fikir birliği yoktur.
Öcalan bugün gelinen noktada kendi kişisel selameti için örgüt gücünü pazara çıkarmış bir lider konumundadır.
Bu gücü Türkiye devletine de kullandırmak istemekte ve adeta "Barzani ve Talabani'ye karşı en etkili silah benim" demektedir.
İran'a yönelik bir operasyonda bu gücü Amerika'nın hizmetine sunma pazarlığından da şüphe yoktur. Bu pazarlığın bir sonuç verip vermediği ise henüz bilinmemektedir.
Ancak Türkiye'de gittikçe taban kaybeden PKK'nın Suriye ve İran'da gücünü artırmayı sürdürdüğü bir gerçektir.
Bir kişinin selametine bağlanan siyaset ise bölgenin gerek kültürel kimliğinin ve bu kimliğin kullanımının önünün daha da açılması, bölgenin ve ülkenin demokratik bir cazibe merkezi haline gelmesi yolunu tıkamakta.
Geçen hafta Roma'da İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile birlikte "AB Bölgeler Komitesi" toplantısına katıldık.
Tüm konuşmacıların üzerinde önemle durdukları tek konu, yerel yönetimlere, bölgelere yönelik yetkilerin artırılmasıydı.
AB'nin bürokratik, hantal, halktan uzak yapısının Bölgeler Meclisi ve yerel sorunların yerel temsilciler aracılığıyla kırılması çabasına tanık olduk.
Türkiye'de bugün bu tür tekliflerin seslendirilmesi bile büyük tepki görüyor.
Çünkü terör her türlü demokratik açılımın önünde bir bariyer olarak duruyor.
Bölge halkının ve ülkemizin huzurlu geleceği ise, şiddeti dışlayan bir ortamda herkesin kendi kimliğini özgürce savunmasından, demokratik kalkınmadan geçiyor.
Bölge adına siyaset yapma iddiasında olanların bu gerçeği görmesi gerekir.
|
