Bu işler kraldan çok kralcılarla yürümez
Türkiye'nin etrafı güneydoğudaki olaylardan ve Irak cehenneminden de beter bir ateş halkası ile çevriliyor: 1915'in rövanşı ile... İngiliz basınının en çok okunan Ortadoğu uzmanı Robert Fisk'in Independent gazetesinde önceki gün çıkan yazısı, "Hrant Dink, Ermeni soykırımının bir milyon beşyüz bin birinci kurbanı oldu" cümlesiyle başlıyordu. Hrant Dink'in katledilmesinden sonra, benzer ifadelerle sık sık karşılaşmaya hazır olalım. Soykırım iddialarının böylesine ayyuka çıkmasından sonra kendimize karşı dürüst davranmamızın ve suçlamalara vermeye çalıştığımız cevapların inandırıcılığı ile sonuçlarını tartışmamızın zamanı artık gelmiştir. Açık söyleyeyim: Diaspora, 1915'te yaşananları soykırım boyutuna getirip "Türkler 1.5 milyon Ermeni'yi kesti" iddiasını bütün dünyaya kabul ettirmek üzereyken, bu iddiaları cevaplandırma görevi, Türkiye'de bir grubun maalesef gelir kaynağı haline gelmiştir. Bu grup kraldan fazla kralcıdır, bazı mensupları yabancı dil engeli yüzünden dünyada olup bitenleri takipten bile âcizdir, gözünü ve kulağını kapatmış vaziyette, hâlâ kendimize yönelik yayınlar yapmakla ve dünyaya değil, kendi kamuoyumuza seslenmekle meşguldür.
KOYUN POSTU SAYAR GİBİ Bu grubun devreye girmesiyle, diasporanın 1915 zayiatını milyonun üzerine çıkartmasına cevabımız sayıyı aşağılara çekme ama her seferinde değişik miktarlar verme çabasından ibaret kaldı ve Ermeni meselesini, koyun postu sayarcasına ceset sayma seviyesine indirdik. "Türkler Ermeniler'i değil, Ermeniler Türkler'i katletmişlerdi", "Tehcir oldu ama sonraki senelerde sayıları daha da artmış olarak geri geldiler" yahut "Ölümlerin sebebi, salgın hastalıklardı" gibisinden cevaplarımız ilmi münakaşalara taraf olarak kabul edilmemizi bile engelledi. Tarihçilerimiz, yarım asır boyunca, bu konuda ciddi şekilde tartışılan tek bir eser bile veremediler. Esat Uras'ın 1950'de yayınladığı "Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi" isimli kitabının benzeri bir çalışma, aradan geçen 57 seneden bu yana hâlâ ortaya konamadı, sadece taklit edildi. Ve, işin en acı tarafı: Ermenice bilen tek bir tarihçi bile yetiştiremedik! Seneler boyunca "Arşivlerimiz açıktır" diye dünyaya bas bas ilân ettik ama tehcirle ilgili çok önemli bazı evrakı, mesela, mevcudiyetleri o devirdeki resmi yazışmalardan açıkça anlaşılan 'sevk defterleri' ni her nedense hâlâ ortaya çıkartamadık. Daha önceden yayınlanmış, hatta arşiv numarası da gösterilmiş olan bazı evrakı görmek isteyen araştırmacılar, "Böyle bir evrak yoktur!" cevabıyla karşılaşır hale geldiler. Türkiye'de bugün 1915 olayları hakkında konuşabilecek en bilimsel makam olan Türk Tarih Kurumu'nun Ermeni Masası'nda görevli bir tarih profesörü düşünün. Bu profesör, geçenlerde verdiği bir demeçte "Ölen Ermeni sayısı 15 bin kadardır" buyuruyordu! İşte, bilimsel alanda ciddiye alınmamamızın ve görüşümüze saygı duyulmamasının son sebeplerinden biri! Hrant Dink, aldığı mahkûmiyetin "alnına sürülmüş bir leke" olduğunu söylemişti. Soykırım suçlaması da, Türkiye'nin alnına sürülmeye çalışılan böyle bir lekedir, üstelik izi asla çıkmayacak bir leke... Dolayısıyla, tehcirin savaş içerisindeki bir devletin meşru müdafaa hakkını kullanması demek olduğunu anlatmaktan âciz kalmamıza, "Ortaya ya bilmediğimiz fena birşeyler çıkarsa?" gibisinden endişelere kapılmamıza ve "Üzerimize geliyorlar, işimiz zor" diyerek korkular hissetmemize gerek yoktur. Yeter ki, Ermeni meselesini bir grubun menfaat vasıtası olmaktan çıkartalım, tartışmaktan korkmayalım ve artık açık olalım.
PROF. DR. MEHMET ALTAN'A Star Gazetesi'nin başyazarı Mehmet Altan, hem gazetedeki yazısında, hem de TV'lerdeki konuşmalarında Türk basınının ilk şehidinin 6 Nisan 1909'da vurulan Ahmet Samim olduğunu söylüyor. Tarih doğru, isim yanlış. İlk basın şehidimiz Ahmet Samim değil, Hasan Fehmi Bey'dir. Mehmet Altan böyle bir hatayı profesör olarak yapabilir ama bir başyazar olarak yapması ayıptır ve buna hakkı da yoktur.
|