| |
Açık yara...
Dün Bizim Sabah gazetesinin manşetinde İsmailağa Camii'ndekiçifte cinayet ve bunun üzerini örtme girişimleri sonrasındaki skandallar vardı. Yirmi üçüncü sayfada ise aralarında eski polislerin de bulunduğu bir grubun Boğaz Köprüsü'nde nasıl terör estirdiği anlatılmaktaydı. Aranan bir sanığın korumaları olan yedi kişi silahlarını çekerek trafiği açmaya girişmişlerdi. Haberde, gittikleri bir randevuya geç kaldıkları için etrafa dehşet saçtıkları belirtiliyordu. Bunlar düpedüz çürüme işaretleri... Ve maalesef bu hukuksuzluğu epeydir ve çok yaygın bir biçimde izlemekteyiz.
Epeydir, tanıdığım tüm sosyologlara Türkiye'nin son yirmi beş yılının derli toplu büyük boy bir toplumsal fotoğrafının çekilip çekilmediğini sorup duruyorum. Henüzöyle bilimsel bir çalışmanın yapıldığına dair olumlu bir yanıt alamadım. 1980 Türkiyesi neydi, 2006 Türkiyesi ne? Toplum nereden nereye akıyor? Toplumsal yapının değişimi ne yönde? Böyle bir çalışma bilebildiğim kadarıyla yok ama geçmiş olaylara şöyle bir bakıldığında bile son çeyrek asırda inanılmaz bir değişimden geçtiğimiz, bu değişimin hala sürdüğü de gözleniyor. Yaşananları bir hatırlayalım. 24 Ocak kararları... Çok kanallı televizyonlar... Büyük acılara mal olan bir iç savaş... Cumhuriyet tarihinin en büyük iç göçü... Gümrük Birliği... Derviş yasaları... Ekonomik krizler... AB süreci...
Burası çok eskilerden beri iki derin çizginin egemen olduğu bir coğrafyaydı... Bu iki derin çizgiden biri köylülüktü, diğeri de esnaflık... Gümrük Birliği ertesindeki reform süreci Türkiye'yi rekabet üretmeye zorladı... Katma değer yaratmanın önemini hayat herkese öğretti. Kendini "devlet memuru" sanan, ürettiğinin bedelini devletten almaya alışmış bir köylülük ile katma değeri yok sayılacak kadar düşük olan aracı niteliğindeki esnaflık zorlanmaya başladı. Bunu rakamlar da belgeliyor. Örneğin tarım kesiminde çalışanlaryıl içinde sekiz yüz bin kişi azaldı. Tarımda ciddi bir çözülme var. Tarım ve esnaf çözülüyor, göç dalgası devam ediyor ama bu dağınıklığın yeni ve sağlıklı bir toplumsal yapılanmayla toparlanmasına yönelik bir ortak akıl da ortalıkta gözükmüyor. Kentlerin etrafını saran varoşlara bir göz atınca bunu hemen fark ediyorsunuz. Niteliksiz ve becerisiz bir büyük kalabalık üretimden kopuk yaşamaya çalışıyor. Gittikçe büyüyen kanun ve hukuk tanımazlığın, yeraltının membaı buraları... Toplumsal bir projeye yerleştirilemeyen, yönlendirilemeyen bir çözülme süreci kaotik dehşetini de sırtında taşıyor. Varoşlardaki işsizlik... Varoşlardaki becerisiz ve üretim sürecindede fazla yer almak istemeyen genç nüfus... Aslında bunun sağlıklı toplumsal kanallaraönlendirilmesi mümkün... Üstelik bu konularda AB'nin hem büyük deneyimi, hem de önemli fonları var. Köylerdeki çözülme sürecindeki sancıları önlemek için de kırsal kalkınma hamlesine iyice can vermek gerek. Kısacası tüm dönüşümü akıl denetimi altına almanın yolları bulunuyor önümüzde.
Dönüşümü akıl denetimi altına almak demek, bir yandan eskinin çürüdüğü, yeninin ise aynı güçle oluşmadığı toplumumuzdaki bu "açık bir yaraya" benzeyen çok tehlikelimikrop kapmasını önlemek demek. Ancak camideki çifte cinayet, ardındaki bunu aklama girişimi ve sessizlik bile bu açık yaranın bırakın mikrop kapmasını, artık kangrenleşmeye başladığını düşündürmekte... Ne yapmalı? Yapılacak iş yargının evrensel düzeyde işlemesi ve polisin "hukuk" için varolduğu bilincini asla ve asla yitirmemesi... Bunun böyle olduğunu söylemek bugün için çok zor. Büyük bir dönüşümü çürüyerek ve yeniden filizlenerek yaşayan Türkiye'nin içinde bulunduğu dalganın, büyük bir tahribata yol açmamasını istiyorsak, bunun güvenlik zincirini hukuktan yana bir yargı ile hukuktan yana bir güvenlik sağlayabilir. Ama hukuktan yana bir yargı ile hukuktan yana bir güvenliği etkin bir şekilde sağlayacak bir irade çıkaramazsak camideki çifte cinayeti olayı saptırarak aklama girişimi sıradan hale gelecek. O da bir felaket demek. Her toplum kendi kaderini yaşar. Bazen bazı toplumlarda akıl ve sağduyu kaybolur. Umarım Türkiye'nin kaderi bu değildir.
|