125'inci yılında "Atatürk Köprüsü"
Bu yıl, -belki henüz farkında değiliz ama-, Atatürk'ün 125. Doğum Yıldönümü. Hemen belirtelim ki; Bakanlar Kurulu, 125. Yıl'ın Atatürk'ün anısına yaraşır etkinliklerle kutlanması için harekete geçti bu yıl başında... Yerel yönetimlerin ve sivil toplum örgütlerinin de hazırlık içinde olduğu görülüyor. Aslına bakılırsa; 125. Yıl; geçen asırda, 1981'de kutlanan 100. Yıl'dan çok daha anlamlı ve önemli. Söyleyelim nedenini.
Geçen asra, Yirminci Yüzyıl'a damgasını vuran hemen bütün siyasal liderler, daha yüzyıl bitmeden ideolojileriyle birlikte tarihin tozlu arşivlerindeki yerlerini aldılar. Oysa... Asrın son yılından, 1999'dan 2000'e ve daha da önemlisi "yeni bir milenyum" a geçilirken; gönüllerde ve zihinlerde yaşayan belki de tek liderdi Atatürk. Türkiye'de siyasal eğilimlerin iktidarda değişen ağırlıkları ne olursa olsun; halkın çoğunluğunun gönlündeki Atatürk sevgisi ve ilgisi hiç azalmadı. Sosyolog Nur Vergin kendine has üslubuyla ne demişti bir keresinde: "Vallahi kim ne derse desin; bu millet Atatürk'ü seviyor kardeşim!" Bu ülkede Atatürk'ü sevmeyen, kimi icraatlarına itiraz eden; hatta bu itirazlarını "nefret" boyutuna vardıranların bulunduğu da biliniyor. Bu da çok olağan. Demokrasilerde, sevgiler zorla dayatılamaz. Özellikle her kesimden "radikal" lerin Atatürk'e bakışlarının pek de "hayırhah" olduğu söylenemez. Olabilir. Kızacak bir şey yok! Ancak, Türkiye'nin "mütedeyyin Müslümanları" da dahil, büyük çoğunluğun sevgisi ve bağlılığı Atatürk'ü yirmi birinci yüzyıla da taşıyan en önemli etken olmuştur kanımızca. Büyük çoğunluk için Atatürk; "yedi düvele çakaralmaz tüfekle meydan okuyan ve milletin istiklalini kazandıran" kurtuluş savaşı kahramanı ve herkesin bugünkü yaşamını "borçlu" olduğu "cumhuriyet" in kurucusudur. Borçlu... Evet... Borçluyuz bugün de... O nedenle, "Atatürk'ün 125.yıl" ı; "yeni milenyum" da da yaşamaya devam eden "yegâne" yirminci asır liderine yaraşır bir "olgunluk" la kutlanmalıdır. Yüzüncü Yıl'ı gölgeleyen darbeci "12 Eylül" sahiplenmesinin; şekilci ve dayatmacı ve o ölçüde bıktırıcıanlayışından uzakta kalmalıdır bu yıl kutlamalar. Özünde sivil toplum hareketi olmalıdır.
Ancak... Bizim bir başka önerimiz vardır "o" na olan gönül borcunun ödenmesine dair. Önce "tarihi" önerimizi söyleyelim; sonra gerekçelerini belirtelim: Boğaziçi Köprüsü'nün adı "Mustafa Kemal Atatürk" köprüsü olarak değiştirilmelidir. Çünkü... Sanılanın aksine o "köprünün adı yok" tur. "Boğaziçi" bir isim değildir. Köprünün durduğu yeri tarif eden coğrafi bir tanımlamadır. O köprü "boğaziçi" nde asılıdır da, kardeşi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Kızılırmak üzerinde midir? İkinci köprüye, İstanbul'u bizlere kazandıran Fatih'in adının verilmesi çok isabetli bir karar olmuştur. Birinci köprü ise, bize göre tam 33 yıldır ismini beklemektedir. O isim; "M. K. Atatürk" tür. Salı akşamı, AVT Haber'de, 165 metreden İstanbul'u seyrederken, boğazın girişini gördük. İstanbul işgal edildiğinde o sularda yabancı gemiler demir atmıştı. Yeditepe'den boğaza bakan Mustafa Kemal ne demişti, unutulabilir mi? "Geldikleri gibi giderler!" Geldikleri gibi gittiler. Kurtuluş kuvvetleri 6 Ekim'de İstanbul'a girdi. Atatürk'ün 125. Doğum Yıldönümü'nde; 6 Ekim günü, birinci köprüye "M.K. Atatürk" adının verilmesi, "yeni milenyum" da o gönül borcunun ödenmesinin çok güçlü bir ifadesi olacaktır. Atatürk adı, Türkiye'de; pek çok kurumun, sokağın, meydanın tabelasında yazılıdır, doğru... Ama hiçbiri, Asya'yı Avrupa'ya, "Şark" ı "Garb" a bağlayan o köprü kadar anlamlı olamaz. Atatürk bu değil midir zaten? Bir ayağı, yüzlerce yıllık bir "doğu" medeniyetinin köklerindeyken, bir ayağıyla "batı" nın "muasır medeniyetlerine" adım atan bir dev sentez! Büyük cumhuriyet projesi, bu köprünün ve Atatürk'ün ta kendisi değil midir? Önce halkın talep etmesi gerekiyor elbette. Elektronik postayla, faksla, mektupla, sms ile, broşürlerle ulaşabileceğiniz her yere ulaşın; şayet inandıysanız ve katıldıysanız bu "öneri" ye... 6 Ekim'de, artık "başka köprü" lerden değil; Atatürk köprüsünden geçerek gidelim "Asya'dan Avrupa'ya..."
|