Sol gerçekten öldü mü?
Türkiye'de dönemin modası, Sol'a ilişkin her fikri Stalin ve Mao ile özdeşleştirip solun temsil ettiği her değeri düşman ilan etmek. Piyasayı, zenginliği yüceltip "altta kalanın canı çıksın" demek. Yukarıdakiler aşağıdakiler uçurumundan rahatsız olmayıp hep yukarı bakmak, aşağıdakilere Titanic'in ikinci, üçüncü sınıf yolcuları muamelesi yapmak. Marksizm başta olmak üzere, ideal toplum düzeni peşinde koşarken "dar kalıplar" yaratan filozofları eleştirmek amacıyla "Açık Toplum ve Düşmanları" adlı polemikçi kitabı kaleme alan Karl Popper bile Marksizm'in hakkını teslim eder oysa. Marks'ı ve diyalektik yöntemini acımasızca eleştirdiği kitabında Popper, şöyle der: "... Marksçılığın insaniyetçi itilerden yola çıktığından kuşku duyulamaz. Marks, toplum hayatının en acil sorunlarına ussal yöntemler uygulamak için gerçekten dürüst bir çaba göstermiştir. Bu çabanın değeri, göstermeye çalışacağım gibi, geniş çapta başarısız olmuş olmasından dolayı azalmaz... O bir çok bakımdan gözlerimizi açmış ve keskinleştirmiştir. Marks öncesi bir toplum bilimine dönmek düşünülemez bile. Bütün modern yazarlar Marks'a borçludur." Platon'dan Marks'a kadar uzanan çaba gösteriyor ki, insanlığın adalet, eşitlik, kardeşlik, herkesin toplum düzeni içinde insan onuruna yakışır bir yaşama sahip olması gibi değerleri binlerce yılın eseri. İçinde yaşadığımız dönemden tarihe bakıp solun ve dolayısıyla bu değerlerin öldüğünü iddia etmek çok safça bir tutum olur. Bugünün toplum düzeninde devlet, çok başarılı olmasa da vatandaşlarını fiziki kabalığa karşı koruyor. Ancak devletin vatandaşını ekonomik açıdan güçlü olana karşı tam olarak koruduğunu söylemek mümkün değil. Bırakın dünyayı, çevrenize şöyle bir bakmanız yeterli bu gerçeği görmek için. Asgari ücrete mahkûm çalışan yığınlar, vücutlarını pazarlamak zorunda kalan genç kızlar, köle muamelesi gören çocuk işçiler, hiçbir sağlık güvencesi olmayan yığınlar, olduğunda ise üçüncü sınıf bir hizmeti aşağılanarak almak zorunda kalan milyonlar... Günde 1 doların altında geçinmek zorunda kalan, çalıştığı halde yoksulluk sınırı altında kalan geniş halk yığınları... Bu insanlar, onların dertleri bugünkü toplumun giderek büyüyen en acil sorunu değil mi sizce? İnsanlığın eşitlik, adalet, hakkaniyet duyguları öldüyse, bu insanların durumu başta kendileri olmak üzere kimsenin vicdanını yaralamıyorsa, sol öldü diyebiliriz. Ama ölmediğini biliyoruz. Bu değerlere sahip çıkan, onların arkasında duran bir çok aydının olduğunu da görüyoruz. Tarihin bugün geldiği noktada sol düşüncenin bir kriz içinde olduğu doğru. Ancak sol deyince hep Stalin ve Mao'yu hatırlayıp Hitler'den Mussolini'ye, Pinochet'den Salazar'a kadar serbest piyasa düzeninin hiçbir ürününü aklına getirmeyenlerin akıllarında tutması gereken bir gerçek var. Onların savunduğu sistem de çalışmıyor. En azından geniş halk yığınları için Arabalarının camlarından dışarı bakarlarsa bu gerçeği onlar da tüm çıplaklığıyla görecekler.
|