Kapılar
Erkek ve kadın hayatın gündelik mekânlarında iç içe yaşıyor olsalar da, kendi dünyalarında ayrı ayrı odalarda duruyorlar. Yüreklerinin kapılarını aralayınca öteki odaya geçiliyor. Aşkın evrensel yorumu şu: Kapı ne tarafa açılıyor? Menteşesi hangi yöne ayarlı? Ve... Anahtar kimin elinde? Geleneksel değerlere sımsıkı bağlı toplumlarda, hatta modernliği yaşam tarzı seçen iklimlerin çoğunda da menteşe, erkekler odasının duvarına dayalı. Anahtarın sahibi de tartışılmıyor. Kadınlar odasının en büyük özgürlüğü, ara sıra kapıyı hınzırca tıklatmak... Artık kapı açılır açılmaz, orası öteki odada "mukim" efendilere kalmış... Ya da efendiler öyle sanıyor.
Oysa, ne menteşenin hangi tarafa açıldığının, ne de anahtarın kimde olduğunun önemi var. Kapı istediğiniz yöne de açılsa, kilidi çözecek anahtar sizde de olsa, beri yanda kocaman bir boşluktan başka bir şey bulamayabilirsiniz. Eşyaları toplanmış, metruk bir oda... Ya da panjurları sımsıkı kapatılmış pencerelerle kaplı zifiri bir karanlık. Öte odaya geçseniz ne yazar!
Herkes aldanıyor! Kapıyı açan da, kendine kapının aralandığını sanan da! Aşk, erkek egemen toplumlarda, anahtarı elinde tuttuğuyla böbürlenen cins için boşuna bir "vehim" den başka bir şey değil... Ya da kapıyı anahtarıyla açıp girecek karşı cinse karşı planlı, vadeli savunma mekanizmaları geliştiren ve son tahlilde çözümlemeyi kendisinin yapacağını sanan kadın için de... Anahtar, kilit, menteşe, planlar ve zamanlamaların rüzgârı aşkın bayrağını dalgalandırmaya yetmiyor. Aşkın çözümü şiddette. Toplumsal yaşamın hiçbir kesiminde ve kesitinde onaylanmayacak şiddet, aşkın ilanındaki yegâne siyaset... İsyan bayrağını göndere çekmemiş hiçbir "sevda" gemisinin, dalgalı, fırtınalı denizlerde seyri mümkün değildir. Açık denizlerde, derinliği bilinmeyen okyanuslarda seyrüsefere cesaret edemeyenlerin ömrü de sakin limanlarda geçip gitmeye ebedi zincirlidir.
Kapılara gelince... Kilitler kırılarak sille tokat açılmayan hiçbir kapının ardında aşk yoktur. Kapılara vuran kolu, tekmeleyen ayağı acıtmayan ve vurduran yüreği kanatmayan serüvenlere de aşk denemez. Aşk, acılarla yaşanacaktır.
"Aşk çaresizdir" diyor Ahmet Altan, "çaresi bulununca da aşk olmaz." Bir çare bulunamaz mı acep? Kapılar kendiliğinden açılamaz mı? Uygarlık, önüne geleni gördüğünde açılan fotoselli kapılar icat etti... Ama, karşısında açılmayı bekleyen yürekleri zorlamasız ve sancısız açacak mekanizmaları keşfedemedi. Hissetmek, açmak ya da açılmak bu kadar zor mu? Anlamak bu kadar zor mu? "Elektronik" kapı mühendisleri gece gündüz çalışırken "kronik" aşkın mimarları uyuyor mu?
Umumi arzu üzerine hatırlanmış satırlar olsa da bunlar... Güncele göndermeler hükmünü sürdürüyor hâlâ. Türkiye'de yurttaşla devlet arasında kapalı duran kapılar kendiliğinden açılsa ve bilsek bizden saklanıp gizlenen her şeyi... Ya da kulüplerle taraftarlar arasında? Ülkemizi ya da tuttuğumuz renkleri daha mı az seveceğimiz sanılıyor acep? "Yasak" olursa mı ülkemize (ve devletimize) ve takımımıza olan aşkımızın daha büyük olacağı sanılıyor? Acılı ve sancısız yaşanırsa mı? Bir de açıklamayı denesek, bir de açsak kapıları acısız ve sancısız? Bir de öyle sevsek... Denemeye değmez mi?..
|