Üç sene doldu Sayın Erdoğan
Başbakan Erdoğan işbaşına geldiği günden itibaren vatandaşa "Bizden üç yıl bir şey beklemeyin" mesajı verdi. Bu söylemin örtülü mesajı üç yılın sonunda yaşam kalitesinin yükseleceği, gelirin artacağı, refahın daha adil bir dağılımının sağlanacağı idi. AK Parti iktidarı üçüncü yılını tamamladı. Türkiye üç yıl öncesine göre, çok daha iyi durumda. Kimse bunu inkâr edemez. Ancak, bu başarıda AK Parti iktidarının rolü ne, bunu sorgulamak da gerekir. Bugünkü yönetim, Kemal Derviş'in IMF ile birlikte oluşturduğu bir program devraldı ve bunun hiçbir yerine dokunmadı. Hepimiz biliyoruz ki, bugün uygulanan ekonomik istikrar programı bu hükümete ait değildir, Kemal Derviş imzası taşımaktadır. Sayın Derviş İstanbul'a gelip gittikçe zaman zaman görüşürdük. Son dönemde üzerinde en çok durduğu nokta, istihdamdı. Ekonomik istikrarın sağlandığını vurgulayıp şimdi asıl konunun yeni iş alanları yaratmak olduğunu belirtirdi. AK Parti, programın istikrar bölümüne aşırı derecede bağlanıp istihdam sorununu görmezden geldi. Başbakan, söylemini "İstihdamı kim çözmüş ki, ben çözeyim"e kadar getirdi. Ancak, gelinen noktada görünen o ki, iktidar iş yaratmak bir yana eldeki iş olanaklarını da yabancılara kaptırma noktasında. Sinan Cem Şahin'in dünkü haberi, tabloyu açıkça ortaya koyuyordu. Tekstildeki krize, Türkiye'de üretim maliyetlerinin yükselmesi eklenince 100 bin kişi işini kaybetmişti. Toplam 95 tekstil fabrikası Özbekistan, Bulgaristan, Mısır, Tunus, Ürdün, Moldova, Rusya, Çin gibi ülkelere taşınmıştı. Bu, Türkiye'de üretimin cazip olmaktan çıkması anlamına geliyor. Peki, bu kaçışta en büyük etken ne? İşçi ücretleri mi? Tevfik Güngör'ün dünkü Dünya gazetesinde ortaya koyduğu rakamlara göre değil. Güngör, bu yazısında Türkiye'de verimliliğin son beş yılda düzenli arttığını, ancak bu artışın çalışan sayısında yüzde 4.6'lık bir azalmayla gerçekleştiğini belirtiyordu. Güngör, yine aynı yazısında işçi ücretlerinde bu dönemde yüzde 17'lik bir gerileme görüldüğünün altını çiziyordu. Yani, çalışanın yapabileceği fedakarlığın sınırına gelinmiş durumda. Türkiye, şu anda yüksek faize dayanan bir cazibe merkezi. Dün görüştüğüm bir bankacı dostum, yeni iş olanakları yaratamayan, sadece yüksek faizle dışardan para getirmeye dayanan bir ekonominin duvara çarpmama ihtimalinin az olduğunun altını çizdi. Ortada bir gerçek var. Türkiye, yeni iş olanakları yaratamadığı gibi elindeki işleri de başka ülkelere kaptırıyor. İşgücüne her gün binlerce insanın katılması gereken bir ülkede, iş olanaklarının da elden kaçırılmasının sosyal patlamalara yol açması kaçınılmaz. Bugün kapkaç, çete, hırsızlık olarak önümüzde duran bu sorunun yarın katlanarak dev boyutlara ulaşacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Ancak, Cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlenmiş olan iktidar, Türkiye'nin gerçek gündemini, sorunlarını tartışmak istemiyor. 2007'ye kadar top çevirerek zaman kazanmak istiyor. Bu arada, halk dayanma gücünün sonuna gelmiş durumda. Ekonomik programda istihdamı artırıcı bir dönüşüm sağlanamazsa, çok boyutlu, içinden çıkılmaz dertlerle yüz yüze geleceğimiz kesin. Bu gidişle, Derviş'i yeniden göreve çağırmak zorunda kalabiliriz.
|