Beyin üstü düzen
Tabii... Totaliter rejimler çok şeyin tartışılmasını, eleştirilmesini kafadan yasaklar. Faşizmler de, Sovyetler yapımı sosyalizmler de, Çin malı komünizmler de, ABD destekli diktatörler de, Orta Asya ve Ortadoğu'nun kimi ABD dostu kimi düşmanı, kimi dinci kimi laik despotları da, bizim tek partili, bazen çok partili, askeri darbeli demokrasimiz de. Serbest girişim ve demokrasiyi, bireysel hak ve özgürlükleri temel aldığını iddia eden "serbest piyasa kapitalizmi" ise konuları "baş aşağı", hatta "beyin üstü" konuşturmakta mahirdir. Görünüşte tartışma vardır; fiilen, tartışılacaklar tartışılmaz.
Siz, atom bombasını atan devleti tartışmadan atom bombası tartışılmasından ne anlarsınız mesela? Uzatmayayım; bankaları, bankacılık sistemini, banka-reklam-medya ilişkisini, altta kalanın canı çıksın düzenini hiç tartışmadan "kredi kartı" nasıl tartışılabilir? İşte böyle! Baş aşağı yani. Adına isterseniz "facia, felaket, dram, trajedi" deyin; asıl adını, banka arsızlığını, bireyleri enayi yerine koymalarını, insanların açlığını, bazen ihtirasını, bazen imkansızlığını, bazen umudunu, bazen çaresizliğini istismarı tartışmadan "kredi kartı" konuşulabilir mi? Konuşuluyor. Çünkü, maalesef "banka-reklam-medya" saadet düzeninde, halkanın birini tartışmanın zinciri kopartacağından korkuluyor. "Halk" a elbet acınıyor, intihar edene kahrolunuyor ama "Halka" ya dokunulmuyor. Borcunu ödeyemeyen tamamen kendi çizdiği kaderin kurbanı olarak kutsanıp gömülüyor; evet yazık ama, o Japonlar "bomba" yı hak etmişti yani. Başka nasıl olabilir ki! "Bomba" yı atan bankalara; "Yahu sen ne hakla bu kadar faiz bindirir, rehin aldığın insanları tefeci gibi inletirsin" diye sorulmuyor ki. Sormamız lazım oysa.
(Türkiye) bankacılık sisteminin üç "enayi" si mevcuttur: Biri, ortak enayiliğimiz, başı mıçı açık devlet. Devletin o açığını enflasyonun kat kat üstü faizlerle kanırtarak kanatıp az emmediler. O sülüklüğe "piyasa koşulları" dendi. Peki! İkincisi, bizzat banka çalışanları, banka proletaryası, banka ecirleri.. Bakmayın iş icabı şık şık genç kızlara, kadınlara; pırıl pırıl tahsilli, terbiyeli erkeklere. Onlar, bazen "yükselirim" umuduyla, bazen olduğu yerde kalmaya çoktan razı, milyarlarca dolarlık banka trafiklerini, akşam evini, çocuğunu kolay kolay göremeden gecenin geçine kadar "şubeler" de hapis kalarak, sözde üç kuruş "fazla mesai" parasına sırtlarında taşıyanlardır. İşten atılma korkusuyla, angarya mesailere boynu eğik "çağdaş, modern, online köleler" dir. Üçüncü enayi sizsiniz; zatıaliniz. Bankalar artık devlet sırtından pek kazanamıyor; zaten o hırsla batan da battı. İyi bir şey oluyor; ellerindeki fonları işletmelere kredi veriyorlar. Ama paraları fazla, krediler yarısını bile emmiyor ve ucuza gidiyor. Koskoca bir işletme bile yıllık yüzde 10'un altında fiyatla kredi alabiliyor. Öyleyse, "emilecek" başka meme lazım. Sütü yetmezse, kanı! İşte "serbest piyasa düzeni" bu. "Düzeni" tanıyın. Beyin üstü konuşmayın: Yüzde 7-10 yıllık faizle kredi verebilen banka, bunun acısını kart borcunu zamanında ödeyemeyene aylık yüzde 7'ye yakın faiz bindirip çıkartıyor. Yıllık kabaca yüzde 70, incece yüzde 70'ten de fazla. Hiçbir "reklam", o sevimli puancıklar bunu açıkça söylemedi. Önüne gelene, geliri olmayan öğrenciye dahi kredi kartı yapıştırıyor, ne kadar kartlarsa işten atılması o kadar gecikecek "banka çalışanları". Ve sistemin iki "enayi" si birbirini daha beter köleleştiriyor! "Kart" ın bir yüzünde, belki ayağını yorganına göre uzatamamak vardır ama, öteki yüzünde ayaklara takılmış tefeci zincirleri var. Yorgan ise, sanki tamamen sizin elinizde!
|