Karıncalar
Dünyada çok karınca var tabii. Karınca karıncalar kadar insan-karıncalar da. La Fontaine'inki gibi, ille de kışın rahat etmek için yazın koşturan, yazın eğlenen komşusu kışın aç bilaç kapı çalınca da onu manen ve maddeten ezen gibileri değil. Masalın çok bilmişleri, çok çalışıp da çok biriktirmiş ve herkese ders vermişleri değil. Masalın şöhretli, çalışkan da bencil karıncası değil. Basbayağı karınca. Kararınca. İşte öyleleri çok. Yani az değil. Sessiz, şöhret aramadan, bazen kimsenin el atmadığı, bazen kimsenin göz atmadığı, sabır tezgahlarında ince ince dokuyanlar.
Karıncalar içinde bir karınca, "çevirmenler". Çevir kazı yanmasıncılar değil, "bir eseri tercüme edenler". Hani "dilimize kazandırdı" denir ya, öyle. Gerçekten kazandırdıysa; yani, kazandırır gibi yaparken hem o dili, hem bu dili kazanlarda kaynatmadıysa. Gerçekten öyleyse, ne yapmıştır o adam, şu kadın, bu ihtiyar veya genç? Filanca dilde, falanca yılda, çok bildik yahut bilmedik birinin insanlığın orta yerine ortak bir yapıt ve kadim miras olarak bıraktığı eseri, sabırla bu dile aktararak; o dili bilmeden de o bilgiyi, o düşünceyi, o ruhu, o şaheseri, o örgüyü mülk edinebileceğimiz bir güzellik yapmıştır. "Mülk"ü promosyon babında söyledim. Yani, "mülkiyet"i çok severiz ya, hani öyle bir cazibesi olsun diye. Yoksa, öyle bir eser, elbette fani üreticinin elinden çıkıp ölümsüzleşiyorsa, "mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi" demek daha doğrudur. Çevirmen, onu "imparatorluk, ulus-devlet, milliyet, din, dil" gibi sınırların, zamanın, mekanın ötesine taşır. Benim karıncalar içinde karıncaların da arasındaki en karınca çevirmenlerim, bir "best seller" yakalayandan çok, yazarın engebeli yollarına kendisini atıp şöhret, para gibi büyük ödül olmadığını bile bile, "en zor"a soyunan ve ülkenin mütevazı külliyatı içine "nadide bir eser"i koyanlardır.
Misal; Hürriyet'te bir "takdir" haberi olarak çıktı: 1982'de ölen Fransız yazar George Perec'in "Kayboluş" adlı romanının özelliği içinde hiç "e" harfi geçmeden yazılması ise, bu "yazar için anlamlı" gariplik ise bu eserin damgası; onu üç yıllık sürede, son yılı evden çıkmamacasına ve yine "e" harfi kullanmadan "Türkç(e)'y(e) aktaran", adeta yeniden yazan Celal Yardımcı, bir karıncadır. Misal; Macar ve İsviçreli köklerinden çıktığı yolculuğu bir İsveçli olarak yine 1982'de tamamlayan yazar, sinemacı, tiyatrocu Peter Weiss'in devasa romanı "Direnmenin Estetiği" de 820 sayfalık büyük boy bir kitap olarak, o yakıcı "kırmızı" kapağıyla artık aramızdadır. Ve "karıncalar"ı, Çağlar Tanyeri ile Turgay Kurultay, bugüne kadar sadece 7 dile çevrilebilen bu "her türlü tahakküme direniş destanı"nı önümüze koyana kadar beş yılı aşkın bir emek harcamışlardır. Muhtemelen, tabii öyle, değil mi ki, elbette, maalesef ve ne yapalım... Çok çok çoğumuz bu kitaplara elini bile sürmeyecek. Yazarın şunca aklına, ruhuna, eserin zamanı aşan yolculuğuna ve karınca çevirmenlerin onları buraya kazandırmak uğruna giriştikleri onlarca yıllık dil ve mana savaşlarına inat... "İlgimiz, bilgimiz, sabrımız, tahayyülümüz, isteklerimiz, boş vakitlerimiz, değerlendirme biçimlerimiz, hobilerimiz, yorgunluklarımız, parasızlıklarımız, paralarımız, fobilerimiz, dilimiz, dilsizliğimiz, eşimiz, işimiz, dostumuz, düşmanımız, çok satanlarımız, reytinglerimiz, asaletimiz yahut sefaletimiz, derslerimiz, dertlerimiz.." Hiçbiri, hiçbiri böyle bir buluşmayı mümkün kılmayacak, bir haftamızı dahi ayırmamıza müsaade etmeyecek. Olsun; hani bir gün eliniz değebilsin diye, "karıncalar" onları size de taşıdı!
|