|
|
|
|
|
Sultanbeyli yabancıya karşı dilsiz
|
|
Sultanbeyli kendi içinde mutlu ama dışarıya karşı bir dilsiz gibi... Kimse konuşmak, fotoğraf çektirmek istemiyor, dışarıdan gelen herkese karşı hafif kuşkulu ve mesafeliler....
Aradığımızı kolayca bulamayınca, yandaki ara sokakların birinde durup albenisiz bir bakkala giriyoruz, hoşbeşten sonra soruyorum:
- Gecekondular nerede? Çıplak ayağındaki tokyolarıyla elli iki yaşındaki Abdullah Balkı cevap veriyor: - Hani mantar çürür ya vallahi buradakiler de mantar gibi çürüyüp yok oldular... Abdullah Balkı on altı yıl önce Samsun'dan gelmiş, girdiğimiz bu bakkalı da tam iki gün önce devralmış. Yedi çocuk babası, daha önceki işlerde iki buçuk trilyon lira kaybettiğini, şimdi yeni bir başlangıç yaptığını söylüyor. Sultanbeyli'nin ilk minibüs hattını kendisinin kurduğunu anlatıyor. Aklında yeniden bir hat açma fikri var. Hatta kimi fiili girişimleri de galiba... Ulaşımın yetersizliğinden ve alt yapı eksikliğinden yakınıyor. Şimdi altmış binnüfusla kasabalaşmış mahallelerden birine bir ara muhtarlık da yapmış...
PALAMUT KAÇA? Ergenlik çağında fazla irileşen bir gence benzeyen Sultanbeyli'nin içinde gezinirken, bir köşede bir balıkçıya rastlıyorum. Üç bir yanı denizlerle çevrili olmasına rağmen sırtını denizlere dönerek yaşayan Türkiye'nin bir varoşunda kırmızı et yerine balık tercihi çok dikkatimi çekiyor. Bakımsız bir dükkanın önünde üç balıkçı tepsisi var. İkisinde palamutlar, üçüncüsünde ise hamsi bulunmakta... Dükkana giriyorum. İpek Bozkır Giresunlu, otuz yaşında. Montunun kapüşonunu başına geçirmiş küçük oğlu ise kıpırdanmadan sessizce duruyor. Hasta olduğunu öğreniyorum. Orada bulunduğumuz sürece de neredeyse hiç konuşmuyor. Dükkanın aylık kirası yüz milyon. Balıkları Kefken'den getirtiyorlarmış. Giresun'dan önce Kefken'e sonra buraya gelmişler. Çaktırmadansergideki palamutları sayıyorum. Epeyce var. "Akşama kadar bitiririm" diyor. Kocası da başka bir işte çalışıyormuş, onun da birazdan dönmesini beklemekte... Evi de dükkanın hemen ardında, Sultanbeyliler'in "palamut ve mezgidi" bildiğini söylüyor.. Akşama kadar palamutları bitireceğini hesapladığına göre seviyorlar da... Nitekim daha sonra başka bir köşede balık satan birine daha rastlıyorum. İpek Bozkır belki de Karadenizli olmasının cevvaliyeti ile bizle sohbet ediyor, anlatıyor, fotoğraf çektirtiyor... Ama ya diğerleri?
FOTOĞRAF SEVMİYORLAR Sultanbeyli kendi içinde mutlu ama dışarıya karşı bir dilsiz gibi... Kimse konuşmak istemiyor, kimse fotoğraf çektirmek istemiyor, dışardan gelen herkese karşı hafif kuşkulu ve mesafeliler... Belki de kocaman ama kaçak bir "kent" sakini olmaktan gelenbir refleks bu... Yağmur sularının birikerek neredeyse koca yolu işlevsiz kıldığı bir köşedeki tavukçu da şikayetçi değil. Hatta hayatından gizlice memnun olanlardan... Ancak çeşitli peşrevlerime rağmen pek konuşmuyor, hamleleri geçiştiriyor. Fotoğraf da çektirmek istemiyor. Sonunda bu çekingenliğin sebebini soruyorum, "bir şey söyleyince komşular arasında laf oluyor" gibi bir açıklama yapıyor... Su bendine dönüşmüş yolun kıyısından gelen ve alt yapı yetersizliğini öfkeli bir şekilde dile getiren Karadenizli vatandaşımız da fotoğrafa karşı çıkıyor, onun gerekçesi daha ilginç: - Beni devlette tanırlar... CEMEVİ Sultanbeyli bir su havzası etrafında kurulmuş. Zamanla nüfusu dört yüz bine ulaşmış. Sultanbeyli'nin farklı kimliğini daha iyi anlamak için geçmişe kısa bir yolculukyapmak gerekiyor. Gecekondulara kendi parseli üzerinde dört kata kadar izin veren ANAP iktidarının 1984 af yasası, gecekondu kimliğinde büyük bir değişim yarattı. Daha önceleri solun kalesi olan gecekondular ANAP'a yöneldi. ANAP'ın dar gelirlileri sıkıntıya sokan iktisat politikası bir ölçüde bu af ile unutuldu. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, kent rantlarının peşkeş çekilmesi ile telafi edilir hale geldi. Daha sonraları zaman içinde ANAP'ın geçici hakimiyeti bir ara SHP'ye, sonra da dönemin Refah Partisi'ne geçti. Sultanbeyli bu son durağın ürünü... Nitekim 22 ilköğretim okulu, 7 lise, dokuz halı sahaya karşın yüz civarında cami var. "Cami sokağı", "Kuran Kursu Sokağı" gibi sokak adları da bu geleneği temsil ediyor.Dört yüz bin nüfusun yirmi bini de Alevi... Daha önce de belirttiğim gibi, emek ve sanayileşme irtibatı çoktan kaybolduğu için varoşlardaki "öbekleşmenin" motorunu diğer özellikler oluşturuyor... Su havzasına yakın olan Cemevi'ni ziyaret ediyoruz. Bir çamur deryasının ortasındaki Cemevi'nde 55 yaşındaki Kemal Karataş dışında kimse yok. Gümüşhane'den gelmiş. Evi de buranın karşısında. Sıkıntılarından söz ediyor. Belediye, kaçak yapı olduğu gerekçesiyle buraya dava açıp duruyormuş. Alevilerin sıkıntılarını bir başka mahallede de dinliyoruz. Hizmetin kendilerine yeterince verilmediğini, toplumda farklı muamele gördüklerini anlatıyorlar. Eski konfeksiyon işçisi İnan Çetinkaya ise sevdiği kızın ailesinin baskısına dayanamayarak kendisini sırf Alevi olduğu için terk ettiğini söylüyor. Cemevi'nin arkasındaki boş ve sulakaraziye bakan köşede bir Halk Ekmek var... Hava yağışlı ve soğuk. Halk Ekmeğin satıcısı da bir kadın.. İki üç kadının bir arada ekmek almaya geldiğini görünce onlara yöneliyoruz. Onlar da konuşmayı sevmiyor... Otuz altı yaşındaki Aliye Tatlı yedi yıldır burada olduklarını zar zor mırıldanıyor. İki çocuk annesi. Ama kocasının işsizliği de, diğer zorluklar da umuru değil gibi. Resim çekme isteğimizi ise "günah" diyerek reddediyor. Bizim Güngör bu arzuya uyuyor mu yoksa uzaktan kadının günaha girmesine neden mi oluyor, onu tam bilemiyorum.
SULTANBEYLİ FARKI İstanbul'un varoşlarını tek bir resim gibi görmek mümkün değil. Her birinin kendi özellikleri var. Sultanbeyli, içindeki ufak Alevi grubun nispi şikayetleridışında memnun. Dışardan gelen "yabancılara" karşı ise çok ketum. Burası yetersiz alt yapıya, estetik olmayan düzensiz irileşmeye, ulaşım sorunlarına rağmen sisteme eklemlenmeyi sağlamış gözüküyor. Kaçak iskanın da çözülmesi halinde, dünün kırsalında yaşayanlar konut sorununu çözmüş, yaşam mücadelesine de iki elle sarılmış olacaklar... Tabii Sultanbeyli'nin şansı Refah geleneğiyle doğup bu çizgiyi izlerken, iktidar ile yolunun kesişmesinden de kaynaklanıyor... Hatta durum o noktaya varmış ki, Alevi vatandaşlarımızın dışlanmışlık duygusu burada epey pekişmiş. Gecekondular sisteme uyum durakları mı, başkaldırı arenaları mı? Eğer bu sorunun cevabını bir büyük resimde değil de her yerleşim bölgesine yönelik arayacaksak, Sultanbeyli sisteme uyum durağı görevini yerine getirmiş gözüküyor... Ama her yer Sultanbeyli kadar şanslı değil.
|
|
|
|
|
|
|
|
|