kapat
   
SABAH Gazetesi
 
    Son Dakika
    Yazarlar
    Günün İçinden
    Ekonomi
    Gündem
    Siyaset
    Dünya
    Spor
    Hava Durumu
    Sarı Sayfalar
    Ana Sayfa
    Dosyalar
    Teknoloji
    Arşiv
    Etkinlikler
    Günaydın
    Televizyon
    Astroloji
    Magazin
    Sağlık
    Cumartesi
  » Aktüel Pazar
    Otomobil
    İşte İnsan
    Sinema
    Turizm Rehberi
    Çizerler
Bizimcity
Sizinkiler
emedya.sabah.com.tr
Google
Google Arama
 
Büyük Prens
Büyük Prens

Hatırlar mısınız; Antoine de Saint-Exupery'nin bir Küçük Prens'i vardı. O artık büyüdü ve tahta çıktı: Monaco Prensi II. Albert


Büyük Prens

Prens Albert kimilerine göre dünyanın en küçük ikinci ülkesinin tahtında oturuyor kimilerine göre ise dünyanın tek "şirket-devlet"inin yönetim kurulu başkanlığı koltuğunda.....Albert parmağında annesinin armağanı bir yüzük taşıyor. Yüzükte Rudyard Kiplig’in ünlü "Eğer" şiirinden dizeler kazılı: "Ne sevdiğin dostların ne de düşmanların sözleri seni incitmezse / Herkesi sayabilir ama kimseye bağlanmamayı bilirsen / İşte o zaman sen bir adamsın oğlum".

Binlerce isimlik listeden özenle seçilmiş, aralarında 16 ülkenin temsilcilerinin de bulunduğu 800 konuk, Monte Carlo'da beyaz taşlardan inşa edilmiş tarihi Saint Nicholas Katedrali'nde yerlerini aldılar. Tam karşılarındaki platforma, taht misali bir geniş koltuk konulmuştu. Onun iki tarafına da kadife kaplı iskemleler. Omuzları armalı uzun siyah ceket ve iki tarafında paçaya kadar kırmızı şeritleri olan mavi pantolon giymiş, saçları sadece alnını değil başının ön tarafını tümüyle çıplak bırakacak kadar azalmış uzun boylu, orta yaşlardaki (47 yaşında) adam açılan yan kapılardan birinden girip, platformdaki bordo rengi tahta oturdu. İki yanındaki iskemlelerin sahipleri onu izlediler: Ablası, küçük kız kardeşi, eniştesi, üç yeğeni, teyzesi... Başrahip Bernard Barsi, "Hükümranlığınızın barış, mutluluk ve zenginlik getirmesi için dua ediyorum haşmetmeab" dedi ve bir el işaretiyle devasa orgtan yayılan Schubert'in ilahisi katedralin yüksek kubbesine çarpıp, duvarlarda yankılanmaya başladı. Onu Bach'ın "kantat"ı izledi sonra da Mozart'ın yürek tellerini titreten Te Deum'u... Üç kardeşin de yanaklarından sicim gibi yaşlar süzülmeye başladı. Üç kardeş? Monaco Prensi II. Albert, Monaco -büyük- Prensesi Caroline ve Monaco -küçük- Prensesi Stephanie. Genellikle, hatta çoğunlukla kamuoyunun "paparazzi" diye bildiği magazin gazetecilerince izlenmiş, dünyanın tüm magazin dergilerinde sayısız kez kapak olmuş, Grimaldi hanedanının varisleri. O gün, daha doğrusu o soğuk ve yağışlı 19 Kasım akşamı, Prens II. Albert'in -Temmuz ayında başlamıştahta çıkış törenlerinin son etkinliği de yerine getiriliyordu. Üçü de ağlıyordu, çünkü birkaç metre ötelerinde, katedralin bahçesinde sevgili anneleri ve babaları yatıyordu. Sonsuz uykularında. Babaları Prens III. Rainier ve anneleri bir zamanlar dünyanın en güzel kadını olarak gösterilen Prenses Grace. Sadece Monaco'nun değil, Hollywood'un da prensesi Grace Kelly. Aşkları dillere destandı.


1929'da Philadelphia'da doğan Grace Kelly zengin bir ailenin kızıydı. İrlanda kökenli babası John B. Kelly gençliğinde başarılı bir sporcuydu, 1920 olimpiyatlarında altın madalya kazanmıştı. Sonra iş hayatına atılmış ve "Tuğla kralı" olarak servet yapmıştı. Annesi Prusya asıllıydı, soylu bir aileden geliyordu. Ağabeyi Philadelphia belediye başkanlığına yükselecek kadar başarılı siyasetçiydi. Bugün bile kentin bir caddesi onun, dolayısıyla ailenin soyadını taşıyor: Kelly Drive.

MODELLİKTEN PERDEYE
Ailesinin itirazına rağmen daha 17 yaşında sanatçı olmaya karar vermişti. Tiyatro dersleri alıyordu ve Coca-Cola'nın, Colgate'in reklamlarında modellik yapıyordu. Daha sonra çok tutulan bir manken oldu. Oradan da beyazperdeye geçti. 1951'de ilk filmi "Fourteen Hours"ta oynadığında 22 yaşındaydı. Ama önemli bir rolde ilk kez ertesi yıl göründü: Gary Cooper'la çevirdiği "Tren Üç Defa Düdük Çalar" filmiyle. 1953'te "Mogambo"daki rolüyle en iyi yardımcı aktrist dalında Oscar kazandı. O filmde Clark Gable ve Ava Gardner'le birlikte oynamıştı. Sonra peş peşe Alfred Hitchcock'un üç filminde hayranlarının önüne çıktı: Kusursuz Cinayet, Avluya Bakan Pencere ve Kelepçeli El. 1955'te "The Country Girl"deki rolüyle, en iyi kadın oyuncu Oscar'ının sahibi oldu. Polisiye komedi olan Kelepçeli El, Cote d'Azur'de çevrilmişti. Film ekibi hazır oralara kadar gitmişken Monaco Prensi III. Rainier ile tanışmak istedi. Randevu talepleri kabul edildi. Gittiler. Grace Kelly de. Ertesi gün basının "Ayakkabılarını sarayın bahçesinde çıkaran Amerikalı aktrist" başlığıyla duyuracağı o ziyaret, o tanışma, hayatının akışını değiştirdi. Prens'i büyülemişti. Sonrası malum; 1955'teki Cannes Film Festivali'nde başlayan flört, nişan, evlilik. Monako Prensesliği uğruna Hollywood Kraliçeliği'ne veda. 1923 doğumlu Prens Rainier ise 1297 yılından beri Monaco'yu yöneten Grimaldi hanedanının varisiydi. 1949'da dedesi Prens II. Louis'nin ölümüyle tahta çıkmıştı. Gençliği ve yakışıklılığıyla, Avrupa'nın birçok sarayında koca bekleyen prenseslerin düşlerini süslüyordu. Uzatmayalım; Prens II. Rainier ile Grace Kelly, 6 Ocak 1956'da ABD'de nişanlandılar, 18 Nisan 1956'da da Monte Carlo'da evlendiler. Televizyonun henüz emekleme çağında olduğu o dönemde, naklen yayınlanan düğünü 30 milyon kişi izledi ve bir "rekor" olarak kayıtlara geçti. Kraliçe Elizabeth'in tahta çıkışı bile dünyada o kadar ilgi uyandırmamıştı. Grace Kelly'nin Metro Goldwyn Mayer'in hediyesi gelinliği bugün bile dillere destan: 290 metre kuyruğu vardı.


(Nefesleri kesen bir yıldı 1956. Nasır, Tito ve Nehru bir araya gelip Bağlantısızlar hareketini kuruyordu. Fidel Castro gizlice Küba'ya çıkıp 3 yıl sonra zaferle noktalanacak isyanı başlatıyordu. ABD'de Yüksek Mahkeme belediye otobüslerinde ırk ayrımının Anayasa'ya aykırı olduğuna hükmediyordu. Macaristan'da Titocu olduğu iddiasıyla 1949'da kurşuna dizilmiş Laszlo Rajik'in saygınlığı iade ediliyordu ve kemikleri 200 bin kişinin katıldığı törenle naklediliyordu. (Bu gösteri sonunda Kızıl Ordu tanklarıyla ezilecek Budapeşte ayaklanmasının tetikleyicisi olacaktı.) Bitmedi; Tunus ve Fas bağımsızlığını ilan ediyor, Cezayir'de başkaldırı iç savaşa dönüşüyordu. ABD, Assuan barajı yapımına maddi destek sağlamayı reddedince Nasır misilleme olarak Süveyş Kanalı'nı millileştiriyordu. (O da İngiliz, Fransız ve İsrail ordularının Süveyş Kanalı'nı işgal etmelerine yol açacaktı.) Yine o yıl Michael Anderson, "80 Günde Devrialem" ile en iyi film dalında Oscar'ı kazanıyordu. Cecil B. De Mille'in yönettiği, başrolünü Charlston Heston'un oynadığı "On Emir", John Houston'un yönettiği, Orson Welles ve Gregory Peck'li "Mobby Dick", Elia Kazan'ın çevirdiği Karl Malden ve Carroll Baker'lı "Baby Doll", King Vidor'un imzasını taşıyan, başrollerinde Audrey Hepburn ve Mel Ferrer'in oynadıkları "Savaş ve Barış" gişe rekorları kırıyordu. Broadway'de "My Fair Lady" müzikal komedisi de. Elvis Presley ise kendi adını taşıyan rock albümüyle ilk kez en çok satanlar listesinde birinci sıraya yükseliyordu. Günümüzün Yunanistan Başbakanı Kosta Karamanlis, İsveçli ünlü tenisçi Björn Borg, Amerikalı aktör Tom Hanks o yıl dünyaya geliyordu. Amerikalı ressam Jackson Pollock, büyük oyun yazarı Bertolt Brecht, Amerikalı romancı Louis Bromfield ve Rus romancı Aleksandr Fadeyev ise o yıl dünyadan ayrılıyordu. Türkiye ise Adnan Menderes'in başbakanlığındaki Demokrat Parti iktidarında bir Hint filminin gösterildiği sinemaların önünde uzun kuyruklar oluşturuyordu: Raj Kooper ve Nargis'in "Avare"si...)


İşte böylesine nefesleri kesecek hızdaki bir yılda evlenen Prens II. Rainier ile Grace Patricia Kelly'nin hemen ertesi yılın başında, 23 Ocak 1957'de ilk çocukları dünyaya geldi: Prenses Caroline. Onu 14 Mart 1958'de ikinci çocuk izledi: Prens Albert. Ve 1 Şubat 1965'te de son çocuk: Prenses Stephanie. İki prenses yaşamlarının büyük bölümünde sıradışı aşklarıyla, ayrılıklarıyla, skandallarıyla, kendilerini üstsüz güneşlenirken ya da sevgilileriyle özel anları paylaşırken yakalamak isteyen dünyanın tüm magazin dergilerinin yılın 365 günü Monte Carlo'da görevli ve de kadrolu paparazzileriyle didişmeleriyle kendilerinden söz ettireceklerdi. Özel yaşamının gizliliğine çok önem veren ve de "veliaht" olarak babasının sürekli gözetiminde olan Prens Albert ise spordaki ve diplomasideki başarılarıyla. Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin üyesiydi. 1988'den başlayarak 4 kez Kış Olimpiyatları'na katılmıştı. "Bobsleight" dalında. Hani canım şu modern kızak yarışmalarında. Ayrıca Monaco Kızılhaçı'nın başkanıydı.

LİBERAL VE KÜLTÜRLÜ
Monaco bir avuçluk prensliğini modern ve tüm platformlarda kabul gören bir devlete dönüştürmek isteyen babasının politikaları sonucu Birleşmiş Milletler'e üye olunca, delegasyon başkanlığı görevi Albert'e verilmişti. Dahası, 1999'da Birleşmiş Milletler'in "Okyanuslar ve deniz hukuku" konulu birleşimine başkanlık etmişti. Tabii bütün bunları üstlenebilmesi için çok sağlam ve sıkı bir eğitimden geçirilmişti: Liseden sonra Fransız deniz kuvvetlerinde, Jeanne d'Arc okul gemisinde bir yıl staj yapmıştı. Ardından Massachusetts Üniversitesi'nde hem hukuk hem de siyasal bilgiler öğrenimi görmüştü. İki dili aynı rahatlıkla konuşuyordu: Ana dili İngilizce'yi ve baba dili Fransızca'yı. Liberaldi, kültürlüydü ve sonsuz hoşgörülüydü.


Mutluluk büyüsü ilk kez 1982'de bozulacaktı. O yılın 13 Eylül'ünde Prenses Grace, kızı Stephanie ile birlikte Monaco tepelerindeki malikaneden kente dönerken direksiyon başında beyin kanaması geçirecek ve araba yoldan çıkacaktı. Tam da 1955'te başrolünü onun oynadığı "Kelepçeli Adam" filminin çekildiği bölgede. Ertesi gün komada can verecekti.
Prens Rainier o felaketten sonra iflah olmayacak ama acısını içine gömüp Monako'yu yönetmeye devam edecekti. 23 yıl boyunca. Tek başına. Yanına dişi sivrisineğin bile yaklaşmasına izin vermeden. Bir zamanlar Grace Kelly ile birlikte paylaştığı yastığı her gece başını gömüp hıçkırarak... Ve üç yıldan fazla süren hastalığın sonunda 6 Nisan 2005'te sevgili eşine kavuşacaktı. 82 yaşında.


Üç kardeş 19 Kasım gecesi, 49 yıl önce anneleri Grace Kelly ile babaları Prens Rainier'nin dini nikahlarının kıyıldığı Saint-Nicolas Katedrali'nde 800 konuğun önünde Mozart'ın Te Deum'unu sessiz hıçkırıklarla dinlerken, gözlerinin önünden ilk yarısı mutlu, ikinci yarısı mutsuz geçen yaşamları geçti. Film şeridi gibi. Gözyaşlarını ilk silen Albert oldu. Monaco'nun yeni hükümdarı ve Grimaldi ailesinin reisi olarak. İki bölümlük tahta çıkma töreni bu ayinle sona eriyordu. İlki üç aylık yastan sonra temmuzda düzenlenmişti. Monakolular'a. İkincisi ise kasımın bu soğuk üçüncü haftasının üç gün üç gecesinde uluslararası camiaya. Artık işe koyulma zamanıydı. Ve de bunun için hayatının en uygun dönemini yaşıyordu. Ne çok genç, ne çok yaşlı. Üstelik sözcüğün tüm anlamlarıyla olgun: Avrupa'nın soylu tarihinden beslenmiş kültürüne, Amerika'nın çağdaş yönetim bilgilerine ve Asya'nın binlerce yıllık ibrikten süzülen bilgeliğini eklemişti. Ve de annesinin soğuk, mesafeli, kontrollu sertliğe dayalı sevgisi ile babasının otoriter terbiyesinin karışımı yetiştirme tarzının sonucu "Başının çaresine bakma", "Tek başına mutlu olma" yeteneklerini çok geliştirmişti. Ama dünyaya küsmeden. Tersine; çok severek. Doğaya aşık olacak kadar çok severek.

BEKAR AMA OĞLU VAR
Kişiliğinin tüm bu boyutlarını ya da derinliklerini yansıtan bir konuşmayla törenleri kapattı: "Öncelikli görevim Monaco'nun uluslararası alandaki yerini ve saygınlığını güçlendirmek olacak. Ama en az onun kadar çevreci, mali konularda etiği ön plana alan, şeffaf bir yönetim tarzı sergileyeceğim."


Monaco'nun yeni efendisi bekar. Kendi ifadesiyle, "20-30 kere nişanlandı" ancak hepsi de nikah memurunun ve rahibin önüne çıkamadan bitti. Bekar ama bir oğlu var. Togo asıllı Fransız bir hostes olan 33 yaşındaki Nicole Costa'dan. 1997'de bir Nice- Paris seferinde tanıştılar. Nicole'ün ondan bir imza istemesiyle 5 yıl sürecek bir ilişki doğdu. Daha doğrusu bir aşk. Albert sonunda olayı öğrenen babasının emriyle bitirmek zorunda kaldı. Ama çok geçti; Nicole hamileydi. "Sakın aldırma" dedi, "sorumluluğu da bende, bakımı da. Yeter ki aramızda kalsın." Alexandre 24 Ağustos 2003'te dünyaya geldi. Babası gizlice ziyaret etti. Ve bu yaz Paris-Match dergisinde bir kapak: "Prens Albert'in yasak aşkından bir çocuğu var." Günahını almayın; Nicole değildi sızdıran. Prens Rainier'nin yanınca yıllarca çalışmış yaşlı bir hizmetçi, "Nasıl olsa Albert beni saraydan uzaklaştırır, hiç değilse sırlarımı satıp dünyalığımı yapayım" diyerek "bomba"yı patlatmıştı. 6 Temmuz'da Albert çocuğunun varlığını resmen kabul etti. Aslında bu biraz da rahatlatmıştı onu. Çünkü, Prens'in tekdüze gibi görünen yaşamından "iş" çıkaramamanın bunalımını yaşayan paparazziler, onun eşcinsel olduğu iddiasını yaymışlardı. Albert öylesine olgun, öylesine hoşgörülüydü ki, suçlama sınırlarına varan o iddiaları bile yanıtsız bırakmıştı. Oysa yıllardır yanında çalışan bir koruması, "Onun birlikte olduğu kadınların onda biriyle yatsam, Kazanova'nın rekorunu kırarım" diyordu.


Babasının burnunu sürtmek, hatta gururunu incitmek için "Aptal oğlum nerelerdesin" diye seslendiği, ama ömrünün son yıllarında devlet yönetimini öğrenmesi için her sabah baş başa kahvaltı yaptığı Albert, 2.2 kilometrekarelik yüzölçümüne, 6 bini yerli 32 bin nüfusa sahip Monaco'nun "kumarhane merkezi" ve "Kara para cenneti" diye anılmasını bitirmeye kararlı. Bir yakını onu ve vizyonunu şöyle anlatıyor: "Albert'in parayla-pulla ilgisi yok. Maddiyata zerrece önem vermiyor. Tek amacı; Monako'yu ahlak kurallarıyla yönetecek bir kadro oluşturmak, kirli parayı ve kirli paralarını yemek için Monaco'ya akın eden mafyaları kovmak." Uzun sözün kısası, Antoine de Saint-Exupery'nin çocuklar için yazdığı ama büyüklerin okuduğu müthiş eserindeki Küçük Prens kadar temiz, duru biri Albert. Hani, uçağı çöle zorunlu iniş yapan pilota yanaşıp "Bana bir kuzu çizer misin" diyen Küçük Prens kadar. Dileriz hep öyle kalır...
DİĞER GÜNCEL HABERLERİ
 Tesettür giyim kemik erimesine neden oluyor
 Bileklerini haksızlık büktü
 Venedik nasıl kurtulur
 Jako'yu neşeyle andılar
 Sinek ilacıyla çözülen cinayet
 Mehmet'e zorla cinsel muayene kadın derneklerini kızdırdı
 Hayatını ve sanatını kadınlarla değiştirdi
 Şehir isyanları
 Ünlüler top üstünde zayıflıyor
 Engellilerin hayatı fotoğraflandı
 CNR'da müzik festivali gibi fuar
 Osmanlı eserleri açık artırmada
 Türk gençliği cinselliği medyadan öğreniyor
 Dümbüllü'nün kavuğu Şensoy'da değil bankada
 Bombaların öyküsü
 Şemdinli'de kadın olmak zor zanaat
 Karşı'nın yıldızı Çarşı'nın korkusu
 Kazablanka'nın beyazı, Marakeş'in mavisiyle FAS
 İstanbul'un şöhreti buzula bile ulaştı
    Aktüel Pazar Yazarlar
  » Güncel
    Hobi
    Röportaj
    Gurme
    İyi Yaşa
BALÇİÇEK PAMİR
Fatih Terim'den bir Petek Dinçöz yaratmayı...
MEHMET ALTAN
Gökyüzüne işeyenler
Geçen hafta belim kopmuş bir...
REFİK DURBAŞ
Kars'tan, Picasso'dan Blues'dan üç...
Sakın annem duymasın ben hızı seviyorum
Sakın annem duymasın ben hızı seviyorum
Sörfte Avrupa şampiyonu olan Çağla Kubat denizde olduğu kadar yolda...
Nissan Patrol: Bir arazi efsanesi
Nissan Patrol: Bir arazi efsanesi
1970'lerde Jeep Wagoneer'la, Land Rover'la 1980'lerde Chevrolet...
Kendinize yaptığınız baskıdan hemen kurtulun
Yarattığınız stresin vücudunuzda kronikleşmesini...
Tabletle gelen güzellik
Kadınların güzelleşmek için birbiriyle yarıştığı günümüzde, gıda...
Mantar çiçek gibi toplanmaz
Şimdi tam mevsimi ama mantarların hangilerinin yenilebilir olduğunu doğru...
Picasso Şile palamudunu sever miydi?
'Picasso'nun Sofrası' adlı kitap büyük bir sanatçının ruhunun derinlerine,...
 
    Günün İçinden | Yazarlar | Ekonomi | Gündem | Siyaset | Dünya | Televizyon | Hava Durumu
Spor | Günaydın | Kapak Güzeli | Astroloji | Magazin | Sağlık | Bizim City | Çizerler
Cumartesi | Aktüel Pazar | Sarı Sayfalar | Otomobil | Dosyalar
   
    Copyright © 2003, 2004 - Tüm hakları saklıdır.
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.