İlk öğretmen
Okuma-yazma bilmediğimi kimse söyleyemez. Delili, bu yazılardır. Kelimeleri ardı ardına dizip iyi-kötü meramımızı anlatabiliyoruz. Elli yıldır da okuyoruz, yazıyoruz. Elli yıl "lafın gelişi" söylenmemiştir. Alfabeyi söküp de ilk masal kitaplarını okuyalı elli yıl geçti. İlkokulun ilk karatahtasında çiziktirilen harfler, okumayı sökmemizle birlikte anlam kazandı. Eve koşturup ilk gazeteyi nasıl okuduğumu, ilk gazetenin sayfalarında neler keşfettiğimi hatırlamıyorum. Muhtemeldir ki, en önce başvekilimizin Adnan Menderes olduğunu öğrendim. Reisicumhurumuz ise Celal Bayar'dı. Gazetelerin alt başlıklarında, daha küçük puntolarla adı geçen İsmet Paşa'nın ise Kurtuluş Savaşı kahramanlarından İsmet İnönü olduğunu ileriki yıllarda okuyacağım tarih kitaplarından öğrenecektim. Hayatı kolayca paylaşabileceğimiz televizyonun adı bile geçmiyordu daha. Radyonun dantelli örtüsü ise özel anlarda adeta merasimle kaldırılıyordu. Bir tek gazeteler kalıyordu yaşadığımız hayatla her gün bizi bağlayan. İyi ki okumayazma öğreniyorduk. İyi ki siyah saçları arkada topuz yapılmış genç kadın, bitmek tükenmek bilmeyen bir özveri ve ısrarla, harfleri gözümüzün içine sokuyordu. Ve eve gidip okuyorduk. 6-7 Eylül'ü okuyorduk. Nedenini tam olarak bilemesek de yağmalanmış evlerinin önünde kederli ve ürkek gözlerle bakan Rum kadınının resimaltına yazılmış yazılara anlamlar yüklemeye çalışıyorduk. Salacak canavarının kurbanı yaşdaşımız çocukların acılı serüvenine ortak oluyorduk. İlk banka soyguncusu gangster Necdet Elmas'ın polisle heyecanlı kovalamacasını izliyorduk. Üsküdar vapuru batıyor, Sirkeci infilak ediyor, Menderes'in uçağı düşüyordu. Kıbrıs'ta Makarios'un başpiskopos olduğunu ezberliyor, "Ya Taksim, ya ölüm!" başlıklarını dilimizde tekerlemeye çeviriyorduk. Bir yandan da Güngörmüşler'in ve Fatoş'la Basri'nin aile hayatımıza hayli yabancı gelen eğlenceli ilişkilerine tebessümler ediyorduk. Tommiks'le ve Çelik Blek'le haksızlıklara ve kötülere karşı hayali yumruklar atıyor, çıkan sesleri de yazıldığı gibi "smuck-smack" diye mırıldanıyorduk. Sonra gençlerin Beyazıt Meydanı'nda, "Olur mu böyle olur mu?" diye şarkılar söylediğini okuduk. Çetin Altan'ın, "Bugün canım yazı yazmak istemiyor", diye başlayan (ve biten) cümlesi, belleğimize kazınan ilk ve en kısa köşe yazısı oldu. Örfi idare, ihtilal, inkılap, Yassıada, idamlar, 14'ler, 22 Şubat, 21 Mayıs... Hayat ve siyaset yoğunlaşıyor, gazetelerin yanına dergiler ekleniyor, kitaplar sıraya giriyordu. Tek Adam, İkinci Adam, sosyalizm, kapitalizm, faşizm... Okuyor ve okudukça dünyayı değiştirmeye çalışıyor, lakin farkında olmadan biz değişiyorduk. Okumayazmayı bilmenin; hayatımıza cehennemleri ve cennetleri, kederleri ve sevinçleri, aşkları ve ayrılıkları, ölenleri ve ölümsüzlüğe gidenleri aynı anda ve iç içe sokacağını bilemezdik. Ne geldiyse başımıza okuyup yazmaktan geldi. Evet, ne geldiyse başımıza okuyup yazmaktan geldi. İyi ki de geldi. Bugün Öğretmenler Günü... Yağmurlu bir sabahın yürekleri ve umutları serinleten aydınlığında uzun, upuzun bir yolculuğa çıktım zaman tünelinde. Elli yıl önce bitmek tükenmek bilmeyen özveri ve ısrarla, harfleri gözümüzün içine sokan, topuzlu siyah saçlı genç kadın düştü birden aklıma. Yıllar boyu, onlarca öğretmenin geçip gittiği hatıra defterinden beynime kazınan belki de tek isim, o ilk öğretmenin ismiydi. Hemen herkes gibi ben de o "ilk" öğretmenin ismini hiç unutmadım. Aradan geçen onca yıldaki kimya formüllerini, fizik problemlerini, coğrafya kıvrımlarını, geometri çizgilerini unuttum. Lakin bütün bir hayatı, ilk öğretmenin verdiği ilk dersin ışıklarıyla geçirdiğimi unutmadım. Ne geldiyse başımıza hep o ilk öğretmenin öğrettiklerinden geldi. İyi ki de geldi. Okuduk ve biz aslında o anda ikinci ve son kez doğduk. O nedenle annemin ismiyle yan yana, silinmeden duruyor belleğimde ilk öğretmenin ismi. Bize bağışladığın hayat adına, ellerinden öperim Mücahide Öğretmenim.
|