Yeni vade...
Tamam, Başbakan Kopenhag'ı çabucak terk etsin de, aynı hızla Güneydoğu'ya gitsin. Mayında şehit üç askerin başbakanı olarak da gitsin... Şemdinli'de ve Yüksekova'da halkın üstüne açılan ateşle öldürülenlerin başbakanı olarak da gitsin. Gitsin, dinlesin, konuşsun, anlatsın. Kötü, çok kötü bir döneme daha adım atıldı... Adım atılması, koşar adım gidilmesi sağlandı. PKK, güvenlik güçlerinin halkla karşı karşıya kalmasını, sokakların patlamasını, sokaklarda patlanmasını, sokaklara patlanmasını isterken... Buna uyan halktan kişiler, gençler, çocuklar bir yana... Güvenlik güçleri de aynen böyle yaptı. Güneydoğu'yu "kendi zaviyelerinden bilen" kimi emekli generaller "iç savaş" diye fokurdamaya başlarken... Dilimiz, aklımız o raddeye varmasa da, kimi zihinlerde, kimi hesaplarda, kimi senaryolarda, kimi öfkelerde tam da oralara iteklendiğimizi görmemek de bir nevi körlük.
Bu sütundaki düşünce ve duygu çizgisinin naçizane, acizane ve safiyane inancı odur ki... Maçtı, şuydu buydu bir yana... Bu ülkenin bu en büyük kanayan yarası... Bayrak bayrak, tabut tabut, insan insan, toprak toprak kanayıp duran yarası bir başka açı hak etmekte. Bu açı, ayrımcılıktan, kayırmacılıktan uzak, vicdanların "demokratik hukuk" olarak kurumlaştığı bir açıdır. Bu açının içine, mayına kurban asker acısı da, güvenlik gücünün silahıyla yere düşmüş çocuğun acısı da girer. Bu açının içine, mayının, bombanın, pusunun, tuzağın kahpeliğini lanetlemek de, derin zihniyetin, kirli savaşçının, "kalem kırma" yı marifet sayan mücadele biçimi ve şiddet saplantısının infaz ve cinayetlerinden tiksinmek de girer. Bu açının içine "30 bin insanımız" dendiğinde, kimlerden müteşekkil olduklarını, nasıl bu sayılara ulaşabildiklerini doğru anlama, hamasete kaçmadan tahlil edebilme çabası da girer.
Bu ülkenin insanları, gerçekten adalet, hukuk, özgürlük, hak, demokrasi, kardeşlik arayanlar, biraz bağımsız düşünebilirlerse belki şunu anlar: Şoven milliyetçilikler, nefret ve intikam ateşi körükleyerek, bir tür despotizmi özgürlük mücadelesi diye sunanlar ile bir başka despotizmi vatan müdafaası diye kafamıza vuranları, "bir dairenin birbirine en uzak iki noktası" gibi görünürlerken, aslında "dairenin birbirine en yakın iki noktası" olarak buluşturur. "Daire", içinde hepimizin debelendiği, kendini tekrarlayan, yeniden üreten, tüm noktaları, tüm yüzeyi, tüm çapları ve merkezi bu iki noktanın gölgesinde kalmış rehinelik halidir. "Daire" ye tıkıştırılmış insanlar, bulundukları konumlara göre kendilerine dayatılmış "hakikat tasvirleri" nin esaretinden çıkamaz... Kimliklerine göre üstlerine yapışan, hep tutkallanan "taşkın duygusallık" tan kurtulup onu özgür aşkın bir bilgi ve tavra dönüştüremez. İnsanlar, çoğunlukla, aralarında aykırı seslere tahammül edemez. Boğulmalarını iştahla bekler yahut sessizce seyrederler. Korkunun öfke, öfkenin korku ve birlikte şiddet ile körlük doğurması sayesinde, "hakikatin bir yüzü" bir tarafta, "hakikatin öteki yüzü" diğer tarafta infaz edilip durur. Oysa "hakikat", elimize tutuşturulan, saflara sokuşturulan artıklar değil; bizatihi her iki tarafta da katledilenlerdir. Gerçeğin muhtaç olduğu açı, böyle bir şey olmalı. Yoksa... "Taksit taksit iç savaş" ın yeni vadesi tahsilata kondu bile. İtirazınız yoksa... Varsa!
|