Ne güzel gazetecilik bu böyle!
"... Bir de Umur Talu'nun Sami Ofer hakkında yazdığı yazının çevrildiğinden bahsediliyor. Ama bunlar en uç noktalar. Ertuğrul Özkök teskin etmeye çalışıyor. Onlar benim için de neler neler yazıyorlar." Hik âye şu: Kuşadası limanını alıp "Egeport" yapan, İstanbul Karaköy limanını ise, önce adı uyumlu olsun diye "Galataport" yapılıp ihaleye çıkarıldıktan sonra kazanan... Tüpraş'ın iptal edilen ihalesiyle son ihalesi arasında bir gece ansızın yüzde 15 kadar blok ve elden ele hisse satışıyla gündeme gelen... Ofer ailesiyle tanıştırmak üzere 7 gazeteci davet ediliyor. Nereye? Ofer' in temsilciliğini, aracılığını, ortaklığını yapan "Global" işadamı, borsacı Mehmet Kutman' ın gökdelen dairesine. Anladığım kadarıyla, dört genel yayın yönetmeni, iki ekonomi servisi şefi, bir başyazar. İşte orada, Eyal Ofer, aleyhlerindeki yazılardan, hatta "Yahudi düşmanlığı" ndan yakınıyor. Yazanlara göre, huzurdaki gazeteciler de teskin ediyor, teselli ediyor, böyle olmayacağını anlatıyor, kendilerinin de göçmen filan olduğundan bahsediyor. Yabancı sermayenin alınıp kırılıp kaçmaması için "gazeteci" olarak üstlerine düşen ne varsa yapıyorlar!
Sahi, bir gazetecinin üstüne düşen böyle bir şey var mıdır? Gazetecinin üstüne, elbette sorgulanan, elbette tartışılacak, elbette karanlık noktaları merak edilecek, haber yapılacak, yorumlanacak bir konuda, muhatabının neredeyse ellerini tutup gözlerinin içine bakarak mutlu günlerden bahsetmesi düşer mi! Ofer' in memleketinde de, lüks gemilerinin uğradığı muz cumhuriyeti olmayan çoğu ülkede de, böyle gazetecileri ayıplamazlar mı? Elbette yapanlar vardır da, bir de ballandıra ballandıra anlatmaktan hiç olmazsa çekinmezler mi? Girişteki satırları, Akşam gazetesinin ekonomi şeyi yazmış. Adımı geçirip "Bunlar uç örnekler" diye buyururken, Ofer' in filosunu saya saya överken, "Akı'm" derken şokum demiş! Bir ekonomi şefi, müdürü filan, evine çağrıldığı birine kabalık etmesin tabii; lakin gönülden bağlanırken, kendini adarken de, yarın öbür gün hangi soruları sorup cevap arayabileceğini, hangi yüzle yapabileceğini azıcık düşünsün. Hadi o acemi olabilir. Allah aşkına, genel yayın yönetmenlerinin ne işi var o limanlarda? Siz bir kere, bu inançlarla ve teskin edici rollerle demir attınız mı, muhatabınızın evinde ahbaplık yaptınız mı, yanınızda ( "altınızda" yani) çalışanlar nasıl haber yapacak, nasıl soru soracak, neyi ne kadar kurcalayabilecek, limandan dışarı çıkıp denizlere açılabilecek mi? Siz gazeteci misiniz, "yabancı sermaye daire başkanı" mı? Adamcağız, dedesinin göç sırasında Galata'ya şöyle bir uğradığını söylediğinde bile, bundan "Galata'yı dededen hak ettiği" sonucunu çıkarıyorlar neredeyse.
Hiç olmazsa merak edip şunu sorsalardı: Kuşadası'nda sizin için kanun değişti mi? Belediye Başkanı ile Maliye Bakanı'nı bunun için mi övüyorsunuz? Egeport dediğiniz yerde işlettiğiniz dükkanların ruhsatı var mı? Başbakan'a "2. Atatürk" filan demek, tam da "business" yaparken biraz mübalağalı,az cıvık kaçmıyor mu? Yani, Başbakan bile bundan rahatsız olmaz mı? Olur mu? Madem Tüpraş'ın adeta ikram edilen yüzde 15 hissesinden Ofer' e sadece yüzde 5 düştü idi; şimdi bu evin sahibi olan Kutman' ın iki adamı aylarca Tüpraş yönetimine girip tam ihale öncesi içeride her türlü bilgiyle haşır neşir olmuşlardı ya... "Aaaa Sayın Ofer; şimdi şu masada Sayın Kutman'ın yardımcısı olarak sizinle, bizimle yiyip içen şu bey, Tüpraş yönetimine sokulan, aylarca Truva atı gibi içeride kalan, son anda ihale öncesi istifa eden Kadri Samsunlu değil mi?" Peki, altmış milyon dolara yakın TÜPRAŞ temettüsü kime ne hakla gitti? Gazeteciliğin böyle güzel yapıldığı memlekette, misal, Ofer'e "N'aber" demiş olsak bile "uç örnek" sayılmak mümkün. Eyvallah demedin mi; her zaman öyle!
|