|
|
|
|
|
|
Düşüşe doğru
1994'te yapılan Temsilciler Meclisi ve Senato kısmi seçimlerini Cumhuriyetçiler kazanınca Başkan Clinton "ben hala oyunda varım" deme gereği hissetmişti. Daha ikinci döneminin ilk yılı dolmadan Başkan Bush'un benzer bir söz söylemesi ihtimali giderek yükseliyor. Irak'ta ölen Amerikan askeri sayısının iki bin eşiğini geçmesi, Kongre'deki en yakın müttefikinin yolsuzlukla suçlanması ve nihayet bir CIA ajanının adının ifşa edilmesiyle ilgili skandal Bush'u tüketiyor. Yüksek mahkemeye yaptığı atamaların Amerikan dinci sağı tarafından beğenilmemesi, o cenahtan aldığı desteği eritiyor. Yönetimin beceriksizlikleri, ABD'nin kendine bakışını yaralayan ve dünyada prestijini neredeyse sıfırlayan işkence olgusu karşısında Bush'un duyarsızlığı siyasi sistemin nihayet silkinmesine yol açtı. Seçmenlerinden gelen baskının da etkisiyle Kongre üyeleri giderek Başkan'a karşı daha mesafeli, hatta isyankar bir tavır içine girerken, yönetimin kendi içinde de geçmişten kalma büyük kırıklar ortaya çıkıyor. Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın en yakın çalışma arkadaşı Albay Wilkerson'un Irak Savaşı'na giden süreçteki tutumları nedeniyle CheneyRumsfeld hizbini ağır şekilde suçlayan bir yazısı bu bakımdan gelecek yeni çatışmaların da habercisi sayılabilir. Bush'un dışlayıcı ve emperyal başkanlığı giderek yasamanın artan etkisini dikkate almak zorunda kalıyor. Ufukta görünmeye başlayan, hazin olabilecek sonun başlangıcını Bush'un Katrina kasırgası karşısındaki tavrında ve ABD'yi dünyada rezil eden görüntülerin müsebbibi olarak algılanmasında aramak daha isabetli olur.
Bir iyi, bir de kötü haber! Çapı makamının gerektirdiği düzeyin çok altında kalan bu Başkan'ın zaafları, ahpap çavuş ilişkilerinin yarattığı çürümenin yönetimin her katına sızdığı bir süredir zaten biliniyordu. Katrina'nın ve Irak'taki kayıpların gözlerdeki perdeleri açmasıyla epeydir bilinen veya korkudan ya da terörle savaşın dayanışma güdüsü nedeniyle açığa çıkmayan pek çok olgu artık ortalık yerde tartışılıyor. Bu tartışmada yönetimin günahları ve suçları mercek altına yatırılırken, Irak Savaşı'na giden süreçte mesleki açıdan çok kötü bir sınav veren merkez medya da çuvaldızı kendine batırmaya başladı. Bush yönetiminin ve özellikle de asıl karar verici olduğu düşünülen Başkan Yardımcısı Cheney'in Irak Savaşı'na giden yolda Kongre ve kamuoyunu ikna etmek için her türlü manipülasyondan sakınmadığı karşıtlarınca biliniyordu . Ancak New York Times gibi bir gazetenin önde gelen muhabirlerinden Judy Miller'in bir kaynağın adını vermemek uğruna hapis yatmasıyla gelişen olaylar ortaya daha farklı sorular da çıkardı. Miller'in aslında kendine yontacağı bir kahramanlık hikayesi peşinde koştuğu anlaşıldı. Daha vahimi Miller'in savaştan önce yazdığı yazılarda neredeyse gönüllü bir savaş propagandacısı olarak çalıştığı görüşünün güç kazanmasıyla da olayın boyutları büyüdü. ABD'nin en prestijli gazetesinin uydurma haberler yazan bir muhabir nedeniyle başlayan sıkıntılarına Irak Savaşı sırasındaki, eleştirel bakışı bir kenara bırakan, iktidar borazancılığı yapan yayınlarının utancı eklendi. Şu sıralarda başta New York Times gazetesi çalışanları olmak üzere herkes Miller'e saldırsa da Robert Kagan'ın hatırlattığı gibi Irak'ta kitle imha silahları bulunduğuna dair haberler daha 1998 yılından itibaren New York Times ve başka gazetelerde çıkıyordu. Şu sıralarda Amerikan sisteminde bir kendine çeki düzen verme çabası başladı. Bu olumlu bir gelişme. Asıl sıkıntı, Bush'un daha üç yıl Başkanlık'ta kalacak olmasında.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|