Unutmak!
Büyük Hint yarımadası levhasıyla, Avrasya levhası birbiriyle çarpıştı. Deprem, bir dakika kadar sürmüş olsa da; sarsıntının başlamasıyla, binaların yıkılması arasındaki süre beş saniyeyi geçmemişti. Her şey bir anda mı oldu gerçekten? Bilmeyenler için evet... Bilenler için hayır... Bilenler, yani bilim adamları; iki levhanın birbirlerine yılda dört santim kadar yaklaştığından haberdardılar. Yani... Bu depremin olacağı biliniyordu. Bilinmeyen, ne zaman olacağıydı yalnızca... Bütün depremler gibi... Orada; günü gelince kırılacak ve üstünde ne varsa kırıp dökecek bir fay hattının varlığından "bilen" ler haberdardı. Yani, ne kötü bir sürpriz, ne beklenmedik bir felaketti gelen... Oysa, o deprem anına kadar, fay hattının üstünde hayat, hiçbir şey olmayacakmış gibi, olağan akışında geçip gidiyordu. Fay hattını "unutma" nın bedeli ağır oldu... Kederli ve kadersiz Asya bir kez daha vuruldu yüreğinden!
Asya'nın "kötü kader" i, bilinç altlarına itilmiş korkularımızı kısa süreliğine yüzeye çıkardı. Oysa, hayatlarımızı her an altüst etmeye hazır bekleyen "canlı" bir fay hattının üzerinde yaşadığımızı unutup gitmiştik biz de... Unuttuk mu, unutmak mı istedik? Çaresizlik miydi korkularımızı bilinç altlarına iten yıllardır? 17 Ağustos'tan sonra; içinde yaşadığı, o çok sevdiği evlerden, odalardan, balkonlardan, teraslardan, kapılardan, pencerelerden, dolaplardan, yataklardan korkan milyonlarca insan; her zamanki olağan hayatlarından, alışkanlıklarından kaçtı bir süre... Evlerinin kapılarını açamadı günlerce.. Sonra.. Zaman girdi araya... Sonra... "unutmak" denilen insanlığın en büyük mucizesi girdi sıraya... Üzerinde durduğu toprağın, her an altından kayabileceğini ve her şeyin bir "an" da bitebileceğini unuttu. Hiçbir şey olmayacakmış gibi yaşadı hayatı: Güldü, eğlendi, sevdi, nefret etti, sevişti, dövüştü, tohum ekti, ağaç dikti, para kazandı, servet kaybetti, tuzak kurdu, adam vurdu, aşk acısı çekti, kalp yıktı, gönül kırdı, çalar saati sabah "sekiz" e kurdu... Oysa, 17 Ağustos'ta "çalar saatler" çaldığında her şey için çok geçti... O zaman da unutmuştu... Şimdi de unutuyor!.. Unutmak bir işe yarıyor mu? Ya da, unutmanın yegane "can ve zaman kurtarıcı" olduğu bir çaresizlik denizinde miyiz sahiden? Asya'nın ortasında; unutanlar ya da unutmak zorunda kalanlar ölürken; Asya'nın doğusunda, bir an bile unutmayanlar (Japonlar mesela) hayatta kalıyorsa şayet... Unutmalı mı, unutmamalı mı?
Yalnızca levhalar mı kayıyor altımızda milim milim? Mesela diyelim: Güneydoğu meselesi, Kürt problemi; hatta Alevi-Sünni ikilemi; hatta giderek büyüyen gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve uçurumlar mesela... Doğru, hiçbir şey olmamış gibi yaşayıp gidiyoruz üzerinde toprağın... Hatta, doğru... Hiçbir şey de olmuyor gerçekten... Ama, fay hatları yerinde durmuyor mu? Duruyor mu, yürüyor mu? Unutmak bir işe yarıyor mu? Yaradı mı vaktiyle? "Deprem öldürmez, bina öldürür" deniyorsa şayet, binaları depreme dayanıklı hale getirmek zarureti yok mudur, unutmak keyfiyetinden önce? Şu "Avrupa" modeli; fay hattındaki binalar için "iyi" bir yeniden "inşa" projesi değil midir mesela? "Demokrasi harcı" nı, hani bizim en ufak "sarsıntı" da yerle bir olan; ihmalkar ve malzemeden çalınmış harcın yerine koysak mesela... Unutmasak mesela, çabuk olsak hatta!.. Çabuk!.. Bir de; ara sıra, hepimizin üzerinde yaşadığı "mavi küre" ye uzaydan baksak... Bir de; altı milyarımızın birden çaresizliğini hatırlasak... Kuşların karşısında bile!.. Bir de; kavga, gürültüyü bıraksak... Bir de saçmalamasak... Bir de; aslında, hepimizin ne kadar "ufak" ve "fani" olduğumuzu unutmasak! Bir de kişisel hayatlarımızın üzerinde sürdüğü "her insana mukadder" fay hatlarını... Hiç unutmasak!..
|