DİSK'in duyarlılığı iyi okunmalı...
Ankara'da, Devlet Mahallesi'nin ortasındaki restoranda oturacak masa kalmamış. Eski bakanlar, milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri, sanatçılar masalara dağılmış. Bir yandan kebaplar yeniyor, diğer yandan dev ekrandan Ukrayna-Türkiye milli maçı izleniyor. Gözler ekranda, yemeğe aldıran yok. Gol bir türlü gelmiyor. Yan masada oturan bir bey dayanamayıp, Güneydoğu şivesiyle televizyon ekranına doğru elini sallayıp bağırıyor: "Oynasanıza lo... Ben mi gelip vurayım topa ha..." Maç heyecanının büründüğü sessizlik; salonu çınlatan bu sesle tetikleniyor, masalardan kahkaha yükseliyor. Çatal bıçaklar baget gibi sallanıp, tribünde maç seyrediyor havasında slogan atılmaya başlanıyor: "Türkiye... Türkiye... Türkiye..." Ardından gol geliyor... Restoran yine inliyor: "Türkiye... Türkiye... Türkiye..." Karşılaşma bittiğinde de aynı görüntü hakimiyetini koruyor. Sanki karşısındaki milli takımdan bir futbolcuymuş gibi, herkes yanındaki masada oturanı ayakta alkışlıyor...
Kursakta kalan... Maç yayını bitiyor, ekrana haberler geliyor. İlk haber, AB'nin Türkiye konusunda uzlaşamadığına ilişkin. İkinci haber, Hakkari ve Siirt'ten... Görüntüler benzer; panzerler, polisler, havada uçuşan taş ve göz yaşartıcı bombalar... Ardından, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in Strasbourg'dan gelen sözleri: "PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri aynı anda silah bıraksın..." Ve sinirleri geren bir cümlesi daha: "Bir Türk-Kürt kavgası çıkmasından endişe ediyoruz..." Başlar masadaki tabaklara dönüyor. Galibiyetin sevinci kursakta kalıyor... Şimdi, Baydemir'in şu sorunun yanıtını vermesi gerekiyor: "Türk-Kürt kavgasını kim provoke ediyor?.." Hemen yanıtını verelim; 1984'ten bu yana PKK... Peki başarılı olabildi mi; hayır... Güvenlik güçleri bir tarafa, elinde silah dağda PKK ile çatışan korucu Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıydı. Oyun Türkiye'nin batısında hiç tutmazken, birçok yerde de geri tepti... Bakıldı olmuyor; şimdi oyunun yeni bir versiyonu sahneye konuldu; "Madem etnik azınlıkçılar başarılı olamadı, o zaman çoğunluk ırkçılarını harekete geçirip, çatışmayı ve ayrışmayı bu yolla hızlandıralım..." Nitekim, önceki gün gelen talihsiz bir açıklama, bazı siyasilerin oyuna düşmeye ne kadar teşne olduğunu göstermeye yetti. Şimdi, "bundan bana da pay düşer" diye umanlar şunu çok net görmeli: Etnik sel geldi mi; ilk başta kovasını doldurmayı umanları önüne katıp götürür. Ne bahçesinde koklayacak gül, ne kelebek, ne de yanan bir tek meşale bırakır... Örnek mi? Tarihin uzağına gitmeye gerek yok. Yugoslavya...
DİSK'in duyarlılığı Bu nedenle herkes, dün DİSK Yönetim Kurulu'nun, 12 Eylül'ün 25'inci yıldönümü dolayısıyla düzenlenecek etkinliklere katılmama kararının gerekçesini iyi okumalı. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi'nin şu duyarlılığını gösterebilmeli: "Türk milliyetçiliğini de Kürt milliyetçiliğini de kışkırtarak zorla, tehditle, baskı, şiddet ve terörle sorunu çözmeye çalışan hiçbir anlayışla beraber olmayacağız..." Eğer bir etkinlik yapılacaksa, herkesin el birliği ile 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda bunu gerçekleştirmesi gerekir. Bakanlar, milletvekilleri, valiler, kaymakamlar, muhtarlar, her yerleşim biriminin akil isimleri, kim varsa, ortak referans noktası Cumhuriyet'te buluşmalı. 29 Ekim'de herkes kendi bölgesinde katılımı en üst düzeye çıkarmak için uğraş vermeli. "Türk-Kürt çatışması" çıkarmak için uğraşanlara, karşı duruşunu koyabilmeli. Ankara da 3 Ekim'e odaklı görünen sessizliğini bozup, krizi yönetip içinden çıkabildiğini gösterebilmeli.
|