Fırtına biçmemek
Otuz binin üzerinde cana mal olan Düşük Yoğunluklu Savaşın yaşandığı yıllarda Türkiye'de cemaatlerin birbirine girmesi anlamında etnik çatışma yaşanmadı. Bugün, savaş bitmiş, Türkiye'de vatandaş hak ve özgürlüklerinin yaygınlaşması ve derinleşmesi yolları açılmışken cemaatler arası çatışma ihtimali aklı başında insanları korkutuyor. Bunun ardında bazılarının savunduğu gibi dış mihraklar olsa dahi mesele birinci derecede Türkiye'nin kendi meselesi olarak görülmelidir. Geçen sefer, işin cemaatlerarası bir etnik çatışmaya dönüşmemesi savaşa taraf olanların seçkinlerinin bunu istememesiyle mümkün olmuştu. Bugünse kutuplaşmayı körükleyerek etnik bir çatışmanın, nerdeyse nihai bir hesaplaşmanın hayırlı olacağına inananlar var. Kürtler arasında bu yaklaşımı savunanlar açısından siyasetin çarklarının ağır dönmesinin yarattığı sabırsızlıktan çok, bir siyaset yöntemi olarak şiddete çok bel bağlanmasının payı olduğu da kuşkusuz. Yani sivil siyaset kültüründen nasibini almamış bir siyasi yol ve yaklaşım ön plana çıkıyor. Sürekli asarızkeseriz tehdidiyle ortaya çıkan Türk etnik milliyetçilerininse sonu olmayan bir hesabın peşinde oldukları anlaşılıyor. Bugün Kürt siyasetini tekeline almak isteyen, şiddeti meşru ve kutsal gösterenlerin ideolojik olarak çağın çok gerisinde kaldıklarına şüphe yok. Son tahlilde ordusunun bölünmesi düşünülemeyecek bir ülkede iç savaş hesabıyla şiddete yönelmenin nihilizm anlamına geldiğine de. Demokratik hak arama yolları açılmışken, Türkiye derin bir dönüşüm içindeyken şiddeti ön plana çıkaran ve kutsayanların en büyük zararı Kürtler'e verecekleri de ortada. Dahası pek çok yazarın da değindiği gibi Kürtler adına siyaset yapma iddiası taşıyanlar ne dünyanın, ne de Türkiye'nin bugünkü gerçeklerine uygun bir siyaset anlayışına, söylemine sahip.
Güven kanıtlandı ama.. Bir etnik çatışmanın ülke sathına yayılması, PKK ve ona bağlı olarak hareket edenlerin eylem ve söylemlerine karşı kitle öfkesinin taşmasına izin verilmesiyle mümkün olur. Türkiye içinden kolay çıkamayacağı bir girdaba sürüklenir . Toplum için refah üretmesi gereken bir ülke, tarihi bir fırsatı harcamış olur. Bunun gerçekleşmemesinde sorumluluk herkese düşer ama bugün provokasyonla toplumsal öfkeyi dürtenlerin sorumluluğu en üst düzeydedir. Pazar günkü Radikal 2'de Ahmet İnsel'in tespitleri de bu bakımdan çok önemli: "..Türkiye'de Kürt sorununun çözümsüzlük batağına saplanmasına yol açan ve orta vadede, bugüne kadar yaşananlara benzemeyen türden vahim ve kanlı mecralara girmesini istemeden de olsa olgunlaştıran bir zihniyet ve değerler sorunu var... Siyasal cesaretin bugün demokrat olma iddiasındaki Türkiyeli Kürtler için geçerli kıstası hamasi barış ve kardeşlik nutukları atmak değildir." PKK ve onun dümen suyunda en ucuz popülizmi uygulayan DEHAP'lı siyasetçilerin Türkiye'nin demokratikleşmesi gibi bir dertdi olmadığı artık iyice ortada . Kendilerini temsil ettikleri kitlenin gerçek maddi sorunlarıyla da ilgili görmüyorlar. Buradan yola çıkarak demokratikleşmenin Kürt sorununu derinleştirdiğini savunanlar var. Halbuki Türkiye bu sorunu da, şiddetten vazgeçemeyenlerin yarattığı çıkmazı da ancak meseleyi siyasi düzeyde tutup demokratik alanı genişleterek aşabilecektir. Bu da uzun zaman ve sabırlı uygulama gerektirir. Sonuçta bu ülke 6/7 Eylül'ün özeleştirisini yaparak kendine güvendiğini kanıtladı. Başbakan Erdoğan'ın dediği gibi Kürt meselesinde de eski yanlışların hesabı demokratik yapı içinde çıkarılır. Ama bunun yapılabilmesi için şiddetin reddi ve ülkedeki savaş yanlılarının tamtamlarının susması gerekir.
|