| |
|
|
Türkiye Fransız olmaktan şiddetle kaçınmalı
Sürekli "Ne olacak bu memleketin hali" demek yerine ve her dakika "Kriz nereden ne zaman patlar" diye araştıracağımıza, ciddi bir durum değerlendirmesi yapmaya çalışmak daha akılcıdır. Şu gerçeği bilelim. Sade Türkiye değil Amerika da Avrupa da, dünyanın eskisi gibi olmadığını görmekte ve yeni koşullara karşı uyum arayışlarını sürdürmekte. Eskiden bizim de içinde bulunduğumuz dünyaya "Batı Sistemi" denirdi ve buna karşı Doğu Bloku'nun (Veya Komünist Ülkeler) yarattığı tehdide karşı ağırlıkla askeri önlemler alınırdı. Şimdi Batı veya Doğu yok. Globalleşme dünyayı tek ideolojiye (Ağırlıkla Serbest Pazar) endeksledi Ama bu defa El Kaide'nin kullandığı (Veya istismar ettiği) içeriğiyle "İslam", yeni sistemin tehdidi gibi görülmekte. Laikliği bir ideoloji biçiminde algılayıp, Cumhuriyet ilkeleri ile kaynaştırdığımız için, Türkiye şimdi Batı'nın tartışıp yorumlamaya çalıştığı "Din-Siyaset" ilişkileri konusunda antrenmanlı. Batı 11 Eylül 2001 El Kaide saldırısı ile eskisinden farklı bir tehdidi (Onlar buna radikal İslam diyorlar) karşısında buldu. Oysa Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan beri "Şeriat Tehlikesi" kavramını, bazen köktenci inanç sahipleri, bazen da eylemler (Örneğin Hizbullah) aracılığı ile yakından tanımakta. İnsanları Müslüman, devleti laik bir ülke olarak, Amerikalılar'ın ve Avrupalılar'ın anlayamadıkları durumlarda, biz onlardan çok daha ileri çözümlere sahibiz. Onlar İslam'ı global düzeni tehdit eden bir "İdeoloji" olarak görüyorlar. Oysa İslam bizim için, inançlarımızı çerçeveleyen bir "Din"dir... Yani biz yeni dünyanın öncelikli sorununu anlamak ve buna karşı akılcı çözümler üretmek konusunda Amerika'dan da Avrupa'dan da daha ilerideyiz. Bunun farkına varmalı ve kendi siyasi ve toplumsal ilişkilerimizde, inanç sahiplerine karşı "Ecnebi" gibi davranmamalıyız. Laikliği bir "İzm" haline dönüştürmeye çalışırsak, onların yaptığını yapmış olur ve insanlarımızın dini olan İslam'ı da düşman bir ideoloji biçiminde karşımıza alırız. Bir diğer önemli mesele de bizim üye olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği'nin eskisinden farklı bir yapıya girdiği gerçeğidir. Kuruluşu itibariyle, Avrupa Birliği (Veya Ortak Pazar) Fransa'nın siyasi patron, Almanya'nın da ekonomik patron olduğu bir orta boy örgüttü. Ama şimdi hem işin çapı, hem de ülkelerin konumları değişti. Ne Fransa, ne de Almanya eskisi gibi. İngiltere de, İtalya da onlar kadar ağırlıklı. Yetmezmiş gibi 25 üye ülke var. Sonuçta eski siyasi patron Fransa'nın kafası o kadar karıştı ki, Kıbrıslı Rumlar'ın peşine takılıp, Türkiye'nin üyeliğini (Veya genişlemeyi) sabote etmeyi bile deneyebiliyorlar. Biz şu anda iç politikamızı AB'deki dalgalanmalara endeksler ve demokrasimizi de ekonomimizi de AB'den esen rüzgarlarla yönlendirmeye kalkarsak, tarihi bir hata yapmış oluruz. Kanımızca AB'ye uyum için gerekli her şeyi yapmalı, ama bunu kendimiz için yapmalıyız. Fransızlar'ın İran'la yakınlaşma çabalarını da tebessüm ederek izleyelim mesela. Türkiye AB üyesi olsa da olmasa da, geleceğine güvenilen, güçlü, zengin ve istikrarlı bir ülke. Birtakım saplantılara kapılarak, yerli Le Pen'lerin peşine takılıp, Fransız (Veya ulusalcı) olmayalım, bu bize yeter.
|