Erkeğin kalbine giden yol kasıktır!
Bugün pazar ya... Biraz "şahsi" olsun mevzu. Şahsi? Şunu fark ettim: Türkiye'de her yıl binlerce genç kadın, genç anne... "Kalp krizinden ölen genç erkekler"in eşi olarak dul kalıyor! 30'unda, 40'ında kadınlar... 30'unun sonunda, 40'ında, 50'sinde erkekler. Bir, iki, üç... çocuklar, çocuklar, çocuklar. Bunu fark etmek için kendinizin de bir deneyim yaşaması gerekiyorsa ille... Yani istatistikler kuru ve hayat ve ölüm canlıysa... İşte o deneyimden Dipsiz Kuyu'ya sızmış bir, iki yazıya gelen mesaj ve telefonlarla daha iyi fark ettim.
Bu sütun hayata ne kadar açıktır, takdir edemem; lakin, bir yerde insani bir acı, bir yerde küçük, genç, isyan edilesi bir ölüm... Çokça yer buldular dipsizliklerde. Şu haykırışı yeni yeni anlıyorum oysa . Genç bir kadının, genç bir annenin hıçkırıkları. Yeni kaybedilmiş, anide yitirilmiş, sektei kalple öyle sabun gibi elinizden, hayatınızdan, hanenizden, yatağınızdan, umutlarınızdan, çocuklarınızın başından kayıp gidivermiş sevgili bir kocaya ağıt. Bazen, hani sanki bir öfke; adeta "terk edilmişlik" hissi. "Kalan kadın" ve "giden erkek" diyorum; çünkü genellikle öyle. Hem örnekler, hem istatistikler öyle. 40'larında, sigara içen, daha doğrusu sigara yiyen, stresli, gergin, bazen üzgün, koşan değil koşuşturan, kolesterollü, bazen tansiyonlu erkek. "Kalp krizi" gençliğimizin... Kalp kriziyle küçükken babasız kalan çocukların, gençken dul kalan kadınların evini terk etmiş baba, koca tipi bu.
Şahsi olan şu: Ben de o genel tip içinde epey zaman geçirip iki ayda iki kez şimdilik "yırtan" kategorisine girmiş durumdayım. Çoğunu kendim ettim kendim buldum: İlk darbeden sonra bıraktığım sigara gibi. Stres, gerginlik, üzüntü ve hüzün elbette kendime ait olmakla birlikte, memleketin havasından, toprağın suyundan, çalışma dünyamızın şahane huyundan, hayatın hayhuyundan da bir şeyler içimi ezmiş olmalı. İlginç olan elbette kalbin, damarların tükenmesi, sizi ya uçurumdan atması ya da uçurumun kenarına getirip bırakması değil. Şahsen, başıma gelende ilginç olan şu: "Her bi şeyi kesin gösterir" denen anjioda "tıkalı tek damar"a stent takılıp "yüzde 30-40 tıkalı bir çatal" da bana emanet edildikten sonra... Birinci ay kontrolünde "harika" çıkıp ikinci ay dolarken şiddetli bir "kriz tipi" ağrı ile yeniden anjio yolunu tutmam. "Erkeğin kalbine giden yol kasıktır"; bu böyle. İkinci kez delinen sağ kasıktan soldaki kalp damarlarına yolculuğun sonucu kalp krizi geçirtir zaten: İlkinde atlanan yeni, daha doğrusu eski damarlar mevcut. Sanırsınız, zengin maden yatağı. "Çok iyi bir doktor"un atladığı, odaklanmadığı başka tıkanıklıklar ile başka "çok iyi bir doktor"un, doktorların "hemen by-pass'a" diyebildiği bir durum mevcut. Yani, nasıl hukuk sonunda bir yorum ise, tıp da bir yerden sonra, hatta önce öyle. Yorum, yorum, yorum fakat ben yoruluyorum. Nasıl, bir yalancının, müfterinin karakterini en iyi kendi üstünüzde test ederseniz, bu meselelerde de öyle. Her durumda "ister by-pass ister stent" gibi bir tercihin olamayacağını, aynı görüntüden çok sayıda doktorun çok sayıda öneri çıkaracağını... Ne yalan söyleyeyim; demirden korksak trene binmezdik desek de, hayatın yarım yamalak bile güzel olabileceğini, insanın kendi bedenine (kendi fikrine) saygı duyarak başka hayatlara da (başka fikirlere de) özen gösterebileceğini... Bir de, bu tıp, hastane, sigorta, sağlık, ticaret, Hipokrat, iyiniyet meselelerinin iç yüzünü daha iyi anlıyorsunuz. Sonra yine yazarım... Bitirirken, mahcup bir sesle şunu söylesem: Sevgili hemcinslerim, 40'lı yaşlarınızda, en azından sigara yüzünden, eşlerinizi dul, çocuklarınızı babasız bırakmayın!
|