Bankaların emekli sandığı modeli yanlıştı!
1960'lı yılların ortalarında bankaların kendi emekli sandıklarını kurması, bir gereksinimden değil, zorlamadan ortaya çıktı . SSK yasasına eklenen geçici bir madde ile yasal altyapısı oluşturulan sistem, görünüşte banka çalışanlarına ek yarar sağlama amacı güdüyordu . Emeklilik dönemlerinde daha fazla gelir elde etmeleri o günkü şartlarda çalışanların lehine yapılan bir düzenleme görünümündeydi. Oysa esas neden, bazı banka sahip ve yöneticilerinin bankalarını devlete ya da başkalarına kaptırmak endişesinden kaynaklanıyordu. O tarihlerde bazı bankaların hisse senedi sahipliği konusunda sorunları vardı. Bu bankalar devlete geçebilirdi. Sorunun çözümü için "sandık" formülü benimsendi. Güçlü banka yöneticilerinin çabaları ile yasa çıkartıldı. Kurulan emekli sandıklarına hisse devri yapıldı. Bankanın sahibinin, çalışanları olduğu şeklinde bir görüntü verildi. Devlet de çalışanların bankasını alıp "devletçilik" yapmak istemedi. Bunun sonucunda banka yönetimi sandık yönetimini, sandık yönetimi de banka yönetimini seçerek "kendi durumlarını ve sandalyelerini "yıllarca korumak fırsatını elde ettiler. Başkalarına da örnek oldular. İyi çalışanlar yanında, bu modeli tamamen kendi çıkarlarına kullananlar da oldu. Sermaye payını düşük göstermek için, hakimiyetlerinde bulunan sandıklara hisse devri yapan banka patronlarına da sıkça rastlandı. Çoğunluğu şimdi sistem dışında.
El çaka, yer çaka 1960'lı yılların sonunda Bankalar Yeminli Murakıpları Kurulu'nda görev yaparken bu sisteme, briç oyunundan esinlenerek, "el çaka, yer çaka" ismini vermiştik. Sistemin sakıncalı yönlerini belirten raporlar yazarak Maliye Bakanlığı'nın üst yönetimini ikaz etmiştik. Özellikle, bankaya bir şey olduğunda, çalışanların emeklilik ile ilgili bir güvencelerinin kalmayacağı noktasından hareketle, "yapmayın, bu işin sonu iyi değil" gibi ikazlarda bulunmuştuk. Dinleyen olmadı. Emekli sandıklarının sayıları da gün geçtikçe arttı. Çalışanların güvencelerinin ikinci planda kalmaması için yapılacak basit ve fakat temel işlemler vardı . Kesilen primlerden ve işveren katkısından oluşan fonlar iyi bir biçimde yönetilmeliydi. Toplanan fonlardan emekli olacaklara ödenecek miktarların ne kadar, hangi şartlarda ve ne sürede olacağını belirleyen aktüerya hesaplarının ciddi bir biçimde yapılması ve bağımsız deneticilerce kontrol edilmesi şarttı. Fonlar, en yüksek ve riski az yerlerde değerlendirilmeliydi. Türkiye'nin geçirdiği çalkantılı dönemlerde de olsa, bazı bankalar bu konuda hassas davranıp gereğini yaptılar. Bazıları ise, toplanan fonları bankanın kasasına alıp, kendi kaynakları gibi kullandılar . "Emekliliklerine daha çok var, o gün gelsin düşünürüz" davranışı içine girdiler. Toplanan primler banka hesapları içinde kaynadı, gitti. Bankalar tek tek sistemden çekilince, ya da sahipleri devlet olunca "el çaka, yer çaka" işlemlerine artık gerek kalmadı. Ancak emekli sandıklarındaki açıkların boyutu bütün ihtişamıyla gözler önüne serildi. Geçmişteki hatalar, yanlış uygulamalar ve sorunlar ortaya çıktı.
Çözüm nerede? Çalışanların tek bir emekli sandığı çerçevesinde yapılandırılmaları doğru bir yaklaşım. Müktesep hakların da korunması gerekli.. O halde, sandıkların açığının da bankaların varlıklarından karşılanması, satılacak olanlarında ise fiyatlarının bu durum dikkate alınarak belirlenmesi şart. Ancak, bütün bu doğrular çerçevesinde fatura devlete çıkıyor. Her zaman olduğu gibi olayımızda da, sandıkların açıklarının kapatılması görevini, dolaylı ya da dolaysız, devlet, TMSF ya da Hazine üstleniyor. Dünkü Sabah'da yayınlanan haber ise arzu edilmeyen bir başka olasılığı ortaya çıkarıyor. Cumhurbaşkanı'nın veto kararı nedeniyle, sandıkların arkasında SSK ve bankaların kalmaması durumunda fatura banka çalışanlarına kesilecek. Umarım bu olasılık gerçekleşmez.
|