Halka doğruyu söylemek
Gelinen noktada iktidara düşen gerçekleri halkla paylaşmaktır.
Fransa ve Hollanda'daki referandum sonuçları Avrupa Birliği'ni derin bir krize soktu. Bu kriz ne yazık ki, Türkiye'yi yakından ilgilendiriyor. Kimlik bunalımına giren Avrupa'nın genişleme sürecine vakit ayıramayacağını, özellikle 70 milyonluk Türkiye'yi kolaylıkla sindiremeyeceğini artık herkes biliyor. Bu noktada kimse, başta iktidar, hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Avrupa Birliği projesi, müzakereler 3 Ekim'de başlasa bile, Türkiye açısından tehlikeye girmiştir. Üstelik, Avrupa Birliği'nin gideceği yol iyice belirsizleşmiştir. Bu durumda iktidara düşen görev gerçekleri en kısa zamanda halkla paylaşmaktır. Aynı gerçek Avrupa Birliği politikacıları için de geçerlidir. Çünkü onlar da birliğin ciddi bir kriz içinde olduğunu kabul etmemekte, sadece halkın AB projesini tam olarak anlamadığını savunmaktadırlar. Fakat Avrupa Birliği'nin sorunu ile Türkiye'nin problemleri bambaşka noktadadır. Çünkü, Türk halkı, Avrupa Birliği hedefini bir değişim projesi olarak benimsemiştir. Öte yandan, görünen o ki Ankara'daki hava da, hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmek ve 3 Ekim'de müzakereleri başlatmanın yeterli olacağı biçimindedir. Ancak ortadaki gerçek ise bu tavrın tersini söylüyor. 3 Ekim'de başlayacak müzakerelerde Rumlar'ın bir silah gibi Türkiye'nin karşısına konulacağı çok açık. Başta Fransa, Almanya ve Hollanda olmak üzere Türkiye'ye karşı tüm ülkelerin bu kartı kullanarak önümüze binlerce zorluk çıkaracağı artık anlaşılmıştır. Bu aşamada iktidarın görevi, su yüzüne çıkan bu gerçeği kamuoyuna açık bir biçimde anlatmak ve geleceğe yönelik yeni bir vizyon çizmektir. Türkler, Orta Asya'dan çıktıklarından bu yana hep Batı'ya yönelmiş bir ulustur. Batı ile bütünleşmek de 200 yılı aşan bilinçli bir politikadır. Ancak bugün bunu Avrupa Birliği projesi içinde gerçekleştirmenin güçlükleri artmıştır. Bu nedenle AK Parti hükümeti en kısa zamanda, AB projesini tamamen bir kenara itmeden alternatif politikalar üretmek zorundadır. Bunun yolu da ortadaki gerçeği kapalı kapılar ardında konuşmak yerine, toplumun her kesimini kapsayan geniş bir platformda tartışmaktan geçmektedir. Avrupa Birliği, Türkiye'nin modernleşme projesini tamamlaması açısından önemli bir araçtır ama nihai amaç değildir. Nihai amaç insan haklarına saygılı, demokratik, uluslararası rekabete açık, liberal bir demokrasi yaratmaktır. İktidar, Avrupa Birliği'nde hiçbir kriz yaşanmıyor veya yaşansa bile bu Türkiye'yi etkilemez gibi davranarak uzun vadeli amacı da tehlikeye sokuyor. Avrupa Birliği, Türkiye ile ilgili kararını kendi vermelidir. Türkiye'nin imtiyazlı ortaklık gibi ara formülleri kabul etmesi mümkün değildir. Bu noktada ileri tavır, gereksiz tavizler vermeden doğru adımları atmak ve eğer sonuçta bu proje gerçekleşmeyecekse, Türkiye'yi dışarıda bırakmanın faturasını da bu kararı alacak olan Merkel'lere, Sarkozy'lere bırakmak olmalıdır. Demokratik bir ülkede gerçekleri kamuoyundan gizleyerek politika üretemezsiniz. Şu anda Avrupa ile ilgili olarak 17 Aralık'tan bambaşka bir tablo vardır. Doğru olan bunu halka anlatıp Türkiye'yi 21'inci yüzyıla taşıyacak politikaları yine halkın desteği ile yeniden üretmektir.
|